ISSN 1305-5550 | e-ISSN 2548-0669
Journal of Cardio-Vascular-Thoracic Anaesthesia and Intensive Care Society - GKD Anest Yoğ Bak Dern Derg: 0 (0)
Volume: 0  Issue: 0 - 0
1.Earache During Subclavian Vein Catheterization
Selda Muslu, Dilek Kalaycı, Yağmur Tanrıverdi O, Süheyla Ünver
Page 0
Abstract

2.Massive Pulmonary Edema Due to Extracorporeal Circulation of Heart Surgery: Case Report
Güray Demir, Bedih Balkan, Murat Doğan, Halil Çetingök, Gülay Eren, Zafer Çukurova, Oya Hergünsel
Page 0
Pompa akciğeri; kardiyopulmoner bypass sonrası immün sistemin aktivasyonu sonucu görülen klinik bir akciğer ödemi tablosudur. Sıklıkla operasyon sonrası yoğun bakım ve servis takiplerinde görülür. Kalp-akciğer pompası sırasında ya da hemen sonrasında klinik olarak gözlenmesi nadirdir. Bu sunuda; koroner arter bypass operasyonu sırasında, beklenmedik, ani ve masif gelişen bir akciğer ödemi tartışılmıştır. Hastada kardiyopulmoner bypass sonrasında gelişen akciğer ödemi uygun medikal tedavi ve mekanik ventilasyon desteği ile başarılı bir şekilde tedavi edilmiştir.
Lung pump is a result of immune system activation due to cardiopulmonary bypass. It seen often post-operative follow-up of intensive care and service. It is rare during or immediately after extracorpereal circulation. In this presentation, we discussed sudden, unexpected and massive pulmonary edema during coronary artery bypass surgery. We have been successfully treated with appropriate medical treatment and mechanical ventilation.

3.An interesting inhaler accident; nail aspiration case
Ali Kılıçgün, Tanzer Korkmaz, Murat Bilgi, Dilşad Özkök
Page 0
Abstract

4.Our TEE experience during applying intracorporeal left ventriculer asist device
Dilek Kazancı, Nükhet Soybir, Sema Turan, Candan Haytural, Şeref Küçüker, Ayşegül Özgök
Page 0
GİRİŞ: Dilate kardiyotomi sol ventrikül dilatasyonuna sekonder sistolik disfonksiyonla karakterize bir klinik durumdur. Sol ventrikül disfonsiyonunun getirdiği miyokard pompa işlev bozukluğu hastayı kardiyak transplantasyon gereksinimine kadar götürebilmektedir.Bu olguda sol ventrikül asist cihazı takılması gereken ileri derecede dilate kardiyomiyopatili hastanın operasyonunun intraoperatif TEE ile takibini ve cihazın takılması esnasında TEE nin yol göstericiliğinin altını çizmeyi amaçladık. OLGU: 21 yaşında erkek hasta ÜSYE sonrası kronik öksürük şikayeti ile hastanemize başvurdu.Hastanın tanısı dilate kardiyomiyopatiye bağlı terminal dönem kalp yetmezliği idi. Hastanın klinik durmunun kötüleşmesi nedeniyle kardiyak transplantasyon hemen mümkün olmadığından LVAD takılması planlandı. SONUÇ: İntraoperatif TEE deneyimli ellerde kullanıldığında operasyona destek olduğu gibi LVAD uygulanmasında kardiyak fonksiyonların sıkı takibini sağlamaktadır. Bu vakada cihazın konumunun ve çalışmasının denetimi büyük önem içermekte idi. Hastanın TEE monitorizasyonu sayesinde intraoperatif ve postoperatif istenmeyen olaylardan korunması hem cerrahi ekibe hem de anestezik girişimlerin yönlendirilmesine büyük katkı sağlamaktadır
Buraya ekleyemedim ek dosya olarak gönderiyorum.

5.The sudden onset of anisocoria at the patients in intensive care units
Ayfer Açıkgöz, Özcan Ulaş Açıkgöz, Alican Açıkgöz, Bora Aykaç, Kamil Karaoğlu
Page 0
Abstract

6.The effect of hypotermia on potassium concentration in blood cardioplegia during cardiopulmonary bypass operations
Murat Peker, Safinaz Karabayırlı, Azra Özanbarcı, Necmettin Çolak, Rüveyda İrem Demircioğlu, Bünyamin Muslu
Page 0
AMAÇ: Kardiyopulmoner bypassda, miyokard korumasında kardiyopleji kullanımı oldukça önemlidir. Hipoterminin koruyucu etkisinden faydalanmak için yüksek potasyum içeriğine sahip soğuk kan kardiyoplejisi oldukça yaygın kullanılmaktadır. Hipotermi potasyum konsantrastonunu değiştirebilmektedir. Bu çalışmada hipoterminin kan kardiyoplejisi potasyum konsantrasyonu üzerine etkisini araştırdık.


YÖNTEMLER: Çalışmamız kardiyopulmoner bypass eşliğinde koroner arter bypass cerrahisi uygulanacak 70 hastada uygulandı. Hastalardan kardiyopulmoner bypassa geçmeden önce alınan arteriyel kan örneklerinden potasyum düzeyleri belirlendi. Kardiyopleji hazırlamak amacıyla, kardiyopulmoner bypassa geçildikten sonra kalp akciğer pompasından 400 ml kan alındı. Kardiyoplejideki potasyum düzeyi 16 mEq/L olacak şekilde potasyum klorür eklendi. Potasyum eklenmesinden sonra kan örneği alındı. Kan gazları, potasyum, sodyum, kalsiyum ve laktat düzeyleri ölçüldü. Kan kardiyopleji buzlu sıvı içerisine yerleştirilerek 4ºC ye kadar soğutuldu ve ölçümler tekrarlandı.

BULGULAR: Kan kardiyopleji örneklerinde potasyum düzeyleri 32˚C de 16,8±0,7 mEq/L, 4˚C de 16,3±0,7 mEq/L olarak ölçüldü (p=0,001). Kan gazı analizleri ve diğer elektrolitler arasında fark saptanmadı.

SONUÇ: Kan kardiyoplejisini 4ºC ye soğutulduğunda potasyum düzeyleri azalmaktadır. Ancak bu azalma 0,5 mEq/L düzeylerinde olup klinik açıdan önemli olmayabilir. Ancak kardiyopleji hazırlanırken potasyum düzeyleri alt sınıra yakın hesaplanıyorsa, soğuma ile birlikte potasyum düzeyi alt sınırın altında kalabilir. Bu nedenle potasyum düzeylerini hedeflenen düzeyin biraz üzerinde tutulması yararlı olabilir.

OBJECTIVE: Cardioplegia has become the main method of myocardial protection during open heart surgeries. In order to benefit from cardioprotective effect of hypotermia cold blood cardioplegia is commonly used. As known, hypotermia can alter potassium concentration. The aim of this study is to investigate the effect of hypotermia on potassium concentration in blood cardioplegia during cardiopulmonary by pass operations.


METHODS: We studied 70 patients who underwent coronary artery bypass grafting with the aid of cardiopulmonary bypass. Potassium levels were measured from arterial blood samples of the patients before the cardiopulmonary by pass (CBP) operation. During CBP surgery, in order to obtain 16mEq/L potassium level, potassium was added to the 400 ml blood sample taken from pump to prepare blood cardioplegia. After addition of potassium, blood gases, potassium, sodium, calcium and lactate levels were measured. Blood cardioplegia were cooled at 4˚C with a ice container and samples were taken for new measurements.

RESULTS: Potassium levels were detected as 16,8±0,7 mEq/L at 32˚C and 16,3±0,7 mEq/L at 4˚C in samples of blood cardioplegia (p=0,001). There was no difference between blood gases analyses and another electrolytes.


CONCLUSION: A decrease in mean potassium levels is observed after cooling blood cardioplegia at 4ºC. About 0,5 mEq/L level decrease may not be so important clinically. But if potassium level is observed at the lower limit, after cooling, potassium level can remain below the lower limit. Therefore it may be helpful to keep the potassium level slightly above the target level.


7.A New Intervention For Preventing Urinary Tract Infections: Uroshield
Sema Turan, Şerife Bektaş, Bülent Yamak, Dilek Kazancı, İhsan Ayık, Berna Ergün, Özcan Erdemli
Page 0
Yoğun bakım üniteleri hastane içerisinde nazokomiyal enfeksiyonların en sık görüldüğü bölümlerdir. Nazokomiyal enfeksiyonlar arasında üriner sistem enfeksiyonları ilk sırada yer almaktadır. Nazokomiyal üriner sistem enfeksiyonlarının üriner katater kullanımı ile doğrudan ilişkisi olduğu birçok çalışmada gösterilmiştir. Son yıllarda idrar yolu enfeksiyonlarının önlenmesi yeni bir alet olan Uroshield™ (The UroShield™ is a medical device developed by Nanovibronix Ltd. (Nesher, Israel)) geliştirilmiştir. Uroshield™ idrar sondasına takılan bir cihazdır ve sürekli ultrasonik dalga oluşturarak idrar sondası üzerinde bakterilerin biofilm tabakası oluşturmasını engelleme mekanizması ile çalışmaktadır. Bu ön araştırmada Uroshield ™kullandığımız 4 olguda idrar yolu enfeksiyonu gelişip gelişmediğini değerlendirmeyi amaçladık.
Intensive care units are most frequent sections for nosocomial infections observed in hospitals. Urinary tract infections appears in first place among nosocomial infections. Several studies have demonstrated that use of urinary catheters have a direct relationship with nosocomial urinary tract infections. In recent years, UroShield™ (The UroShield™ is a medical device developed by Nanovibronix Ltd. (Nesher, Israel)) which is a new tool developed for prevention of urinary tract infections. UroShield™ is a device that is attached on the urinary catheter and works with the mechanism of generating continuous ultrasonic waves which is supposed to block the biofilm development on urinary catheter by bacteria. In this preliminary study, we aimed to evaluate urinary tract infections whether developed or not in four patients whom we used Uroshield™

8.The role of transesophageal echocardiography in assessment of aortic valve regurgitation after repair of tetralogy of Fallot
Türkan Kudsioğlu, Zeliha Tuncel, Filiz Coşkun, Nihan Yapıcı, Numan Aydemir, Buğra Harmanda, Zuhal Aykaç
Page 0
Abstract

9.CASE REPORT: Red Man Syndrome
Nazan Atalan, Osman Fazlıoğulları, Serdar Akgün
Page 0
Vankomisin; MRSA başta olmak üzere Gram (+) bakteri enfeksiyonlarında sıklıkla kullanılan bir antibiyotiktir. Bu vaka sunumunda açık kalp cerrahisi operasyonu sonrasında mediastinit enfeksiyonu nedeniyle uygulanan vankomisin tedavisi sırasında görülen Red Man Sendromunun (RMS) tartışılması amaçlandı.
56 yaşındaki erkek hastada koroner arter baypas (CABG) operasyonu sonrasında gelişen metisiline dirençli Stafilacoccus aureus (MRSA) mediastiniti nedeniyle vankomisin 2x1 gr IV başlandı. Hastanın tedavisinin 5. gününde özellikle vücudun üst kısmında daha fazla olmak üzere tüm gövdede yaygın, yer yer birbiriyle birleşen, kaşıntılı kızarıklıklar, eritematöz döküntüler ve hipotansiyon gelişti. Dermatoloji ile konsülte edilen hastaya RMS tanısı kondu. Genellikle hızlı vankomisin infüzyonuna bağlı olarak ortaya çıkan RMS’da Teikoplanin ve Linezolid alternatif tedavi seçenekleri olarak düşünülebilir.
Vancomycin is one of the glycopeptid antibiotics which is used against Gram (+) bacterial infections especially for Meticillin Resistant Staphylococcus Aureus (MRSA). In this case report, we want to present a patient in whom “ Red Men Syndrome” (RMS) was developed due to vancomycin treatment for the mediastinitis following coronary arterial bypass surgery (CABG).
A 56 years old patient who had CABG developed MRSA mediastinitis. According to the antibiogram vancomycin 1gram twice a day treatment intravenously has been started. At 5th day of the treatment disseminated and partly banded itchy and erytematous rushes especially at the upper part of the body and hypotension has been developed. Following dermatological evaluation RMS has been diagnosed. RMS usually happens as a result of rapid infusion of the drug. In these circumstances. Teicoplanin and Linezolid should be thought as an alternative treatment regimen.

10.Extravascular lung water and Sepsis
Beliz Bilgili, Fethi Gül, İsmail Cinel
Page 0
Sepsis sıklığı toplumun yaşlanması, girişimsel işlemlerin sayısının artması ve immünsüpresif tedavinin yaygınlaşması ile artmaktadır. Günümüzde yoğun bakım ünitelerindeki hastalarda sepsise bağlı morbidite ve mortalite sıklığı hala yüksek seyretmektedir. Sepsiste organizmanın vereceği abartılı yanıta bağlı olarak akciğer hasarı ve şok gelişebildiği gibi odağın akciğer olup olmadığı ile ilgili olmaksızın sıklıkla akciğer hasarı da gelişebilir.
Damar dışındaki akciğer suyu yaklaşık olarak akciğer intertistiyel ve alveoler alandaki sıvının toplamıdır. Hasta başında termodilüsyon yöntemi ile ölçülebilen ekstravasküler akciğer suyu sepsis kaynaklı akciğer hasarının ciddiyetini ve prognozu gösterebilen bir parametredir. Bu değerin ölçümü solunum sıkıntısının ciddiyetini belirlemekle birlikte sepsis hastalarının yönetiminde de faydalıdır. Sepsiste artmış bu sıvıya bağlı yaşam beklentisi azalmaktadır. Ekstravasküler akciğer suyunun erken dönemde azaltılması ve negatif sıvı dengesi ile daha olumlu sonuçlar elde edilmektedir.
Bu derlemede, çeşitli veri tabanlarına sepsis, septik şok, akciğer hasarı ve EVLW anahtar kelimeler olarak verilerek ekstravasküler akciğer suyunun sepsis ve sepsis kaynaklı akciğer hasarında klinik önemi, diagnostik ve prognostik değeri irdelendi.
The incidence of sepsis has been increasing because of the advancing age of the general population, a greater number of invasive procedures, and more immunosuppressive therapies. The mortality of sepsis is still high, and is still the major cause of morbidity and mortality for patients admitted to an intensive care unit. In sepsis, exaggerated responses might induce organ dysfunction including lung injury and shock.
Extravascular lung water (EVLW) estimates fluid in the pulmonary interstitial and alveolar spaces. Extravascular lung water (EVLW) can be measured at the bedside using the transpulmonary thermodilution technique and has a diagnostic value for the identification of patients. It is an indicator of prognosis and severity of sepsis-induced lung injury. EVLW measurement is useful in characterising the severity of respiratory disease and improves septic patient management. Increased EVLW is associated with worse survival in patients with sepsis. A reduction of EVLW at early treatment and a negative fluid balance is associated with a better outcome.
Keywords as sepsis, septic shock, lung injury and extravascular lung water are searched in various databases and the prognostic, diagnostic and clinical significance of EVLW in sepsis and sepsis induced lung injury are discussed in this review.

11.A Rare Complication of Amiodarone: Diffuse Alveolar Hemorrhage
Alper Kararmaz, Pelin Çorman Dinçer, Firuz Çelikoğlu
Page 0
Antiaritmik olarak sıkça kullanılan bir ilaç olan amiodaronun nörolojik, oftalmik, kutanöz, hepatik ve pulmoner yan etkileri bilinmektedir. Kullanım süresi ve miktarına bağlı olarak pulmoner toksisite bulguları gözlenir. Pulmoner yan etkiler %10-17 oranında görülür ve genellikle interstisiyel pnömoni şeklindedir. Bu olgu sunumunda, hızlı ventrikül cevaplı akut atrial fibrilasyon nedeniyle amiodaron tedavisi başlanan bayan hastada amiodaronun nadir bir komplikasyonu olan diffüz alveolar hemoraji irdelenmiştir.
Amiodarone, a frequently used antiarrhythmic drug is known for having neurological, ophthalmic, cutaneous, hepatic and pulmonary side effects. Pulmonary toxicity is observed according to duration of exposure and the dose administered. Pulmonary complications occur in 10-17% patients and interstitial pneumonia is the most common one. In this case report we present a female patient with acute atrial fibrillation with rapid ventricular response treated with amiodarone who developed diffuse alveolar hemorrhage, a rare complication of amiodarone.

12.Hypoxic Spell After Abdominal Surgery in Tetralogy of Fallot Patient; From asymptomatic to symptomatic
Selvinaz Durantaş, Sengül Özmert
Page 0
Fallot Tetralojisi hipoksik ataklarla seyreden siyanotik konjenital bir kalp hastalığıdır. Bu olguda Hirsprung hastalığı nedeniyle Duhamel operasyonu geçiren bir hastada cerrahi stimülasyon, anestezi etkisi ve operasyon sonrası ajitasyonla tetiklenen hipoksik nöbet görülmesi ve operasyon sonrası yapılan ekokardiyografi ile Fallot Tetralojisi tanısı almasını ve sonrasındaki yönetimini sunuyoruz.
Tetralogy of Fallot is a cyanotic congenital heart disease with hypoxic episodes. In this case, we present a patient who underwent Duhamel operation for Hirsprung's disease, who had hypoxic seizure triggered by surgical stimulation, anesthesia effect and postoperative agitation, and was diagnosed with Tetralogy of Fallot by echocardiography after the operation.

13.The effects of metabolic syndrome on- pulmonar complications in patients undergoing on- pump coronary artery bypass grafting (CABG) procedures.
Şebnem Banu Saraç, Tülay Kayacan Örki, Atakan Erkılınç, Halide Oğuş, Rezan Yaltırık, Füsun Güzelmeriç, Tuncer Koçak
Page 0
AMAÇ: Bu çalışmada on- pump koroner arter bypass greftleme (CABG) operasyonu geçiren hastalarda metabolik sendromun pulmoner komplikasyonlar üzerine etkisi araştırıldı.
YÖNTEMLER: Çalışmaya CABG operasyonu geçiren 353 hasta dahil edildi. Metabolik sendrom tanısı Amerika birleşik devletlerinde, 2001 yılında yayınlanan Ulusal Kolesterol Eğitim Programı 3. Erişkin Tedavi Paneli (NCEP III) kriterlerine göre kondu. Hastaların 245’de metabolik sendrom saptandı. Hastalar metabolik sendrom olan ve olmayan grup olarak ikiye ayrıldı. Tüm hastaların demografik özellikleri, ameliyat verileri, yoğun bakımda ve hastanede kalış süreleri, postoperatif pulmoner komplikasyonlar kaydedildi.
BULGULAR: Metabolik sendromlu grupta vücut kütle indeksi, açlık kan glikozu, trigliserid düzeyi, kan basınçları ve Diabetes Melitus (DM) yüzdesi anlamlı olarak daha yüksek, yüksek dansiteli lipoprotein (HDL) daha düşük bulundu. Greft sayısı, kardiyopulmoner bypass, aortik kros klemp ve operasyon süreleri açısından iki grup benzer bulundu. Yoğun bakım ve hastanede kalış süreleri, atelektazi ve pnömoni görülme yüzdesi metabolik sendromlu grupta anlamlı olarak daha yüksek bulundu.
SONUÇ: Sonuç olarak; metabolik sendromunlu hastalarda pulmoner komplikasyonlardan özellikle atelektazi ve pnömoni CABG operasyonu sonrası daha fazla görülmektedir.
OBJECTIVE: We evaluated the effects of metabolic syndrome on pulmonary complications in patients undergoing on- pump coronary artery bypass grafting (CABG) procedures.
METHODS: 353 patiensts who underwent on-pumpCABG were incuded in this study. The diagnosis of metabolic syndrome is taken according to the criteria of the National Cholesterol Education Program Adult Treatment Panel III in 2001 at United States of America ( NCEP III, 2001). 245 patients had the diagnosis of metabolic syndrome.The patients were divided into two grouos of with and without metabolic syndrome. The demographic data, operations variables, duration of stay in the intensive care unit (ICU) and in the hospital and postoperative pulmonary complications were all recorded.
RESULTS: The values of body mass index, fasting glucose levels, triglyceride levels, arterial blood pressures and the percentage of diabetes mellitus (DM) exhibited higher rates with in group metabolic syndrome, but high denslity lipoprotein (HDL) levels were lower. Both groups showed similar findings by means of cardiopulmonary bypass, aortic cross clamp and total operation durations and the graft numbers. İn the metabolic syndrome group, the duration of stay in the hospital, in the ICU, formation of atelectasis and pnomonia were significantly higher.
CONCLUSION: As a result after on-pump CABG, the pulmonary complications like atelectasis and pnomonia are seen more often in the patients with metabolic syndrome.

14.NIRS Monitorization in Percutaneous ASD, VSD or PDA Closure at Pediatric Cardiac Catheterization
Bahar Aydınlı, Aslı Demir, Ümit Karadeniz, Aslı Dönmez, Ayşenur Paç, Utku Ünal, Ayşegül Özgök
Page 0
AMAÇ: Pediatrik kalp kateterizasyonunda giderek artan sedoanaljezi-genel anestezi uygulamaları nedeniyle karşılaşılabilecek hemodinamik problemler monitörizasyon yöntemlerinin önemini vurgular. Kateterizasyonda yaşanan herhangi bir problemin serebral kan akımını düşürmesi veya uygulanan şant kapatma prosedürlerinin beyin kan akımını etkilemesi söz konusu olabilir. NIRS noninvaziv olarak beyin doku oksijenasyonunu gösteren bir tekniktir. Bu çalışmada kalp kateterizasyonunda konjenital kalp defekti kapatma işlemi yapılacak pediatrik olgularda işlem sırasında NIRS cihazı ile rSO2 takibi yapılarak serebral oksijenasyon farklılıklarının ortaya konması amaçlandı.
YÖNTEMLER: 7 hasta bu prospektif çalışmaya dahil edildi. Olgulara ASD, VSD ve PDA kapatma işlemi planlandı. Hasta kateter laboratuarına alındığında bazal, işlem öncesi ve işlem sonrası olmak üzere 3 dönemde bilateral NIRS değerleri, hemodinamik veriler, kan gazı parametreleri ve periferik oksijen saturasyonu kayıt edildi.
BULGULAR: Serebral oksijenasyon parametreleri açısından dönemler arasında sağ ve sol rSO2 değerleri arasında fark saptanmadı. Yine hastaların sağ ve sol rSO2 değerleri açısından istatistiksel anlamlı fark bulunmadı. Çalışmaya alınan tüm hastalarda başarılı şekilde kapatma işlemi uygulandı.
SONUÇ: Beyin oksijen saturasyonu pek çok faktörden etkilenmesine rağmen, pediatrik kalp kateterizasyonunda kapatma işlemi yapılan hastaları incelediğimiz çalışmamızda bazal, işlem öncesi ve işlem sonrası dönemlerde bilateral rSO2 değerleri arasında farklılık saptanmadı. Kan basıncı ve Hct değerlerinde düşüşten ve kapatma işleminden rSO2 değerlerinin etkilenmediği görüldü.
OBJECTIVE: The monitorization methods of encountered hemodynamic problems due to ever-increasing sedoanalgesia or general anesthesia procedures at pediatric cardiac catheterization are emphasized in this study. Cerebral blood flow may be decreased by any complication during the procedure or may be affected by shunt closure procedure. NIRS is a non-invasive technique that represents cerebral tissue oxygenation. In this study, we aim to document the cerebral oxygenation differences by rSO2 monitorization with NIRS in congenital heart defect closure procedure of pediatric patients at pediatric cardiac catheterization.
METHODS: This prospective study consisted of seven patients. Percutaneous ASD, VSD and PDA closure procedures were performed. Bilateral cerebral NIRS values, hemodynamic parameters, blood gas analysis data and peripheral O2 saturation were recorded at basal, pre-procedural and post-procedural period.
RESULTS: There was no difference between periods(basal, pre-procedural and post-procedural) of right and left rSO2. Furthermore, rigt and left rSO2 values were not different from each other at each period. Closure procedure was succesful for all patients
CONCLUSION: Although the cerebral blood flow can be affected by many various factors, we demonstrated that bilateral rSO2 values were similat at basal, pre-procedural and post-procedural periods. rSO2 values were not affected by decrease in blood pressure and hematocrit levels and also by closure procedure.


15.The comparison of anatomical description and ultrasound-guided percutaneous central venous catheter insertion methods single center experience
YAHYA YILDIZ
Page 0
GİRİŞ ve AMAÇ: Pediatrik kardiyak anestezist tarafından ultrasonun yaygın olarak kullanılması ile zaman ve malzeme tasarrufu ile birlikte başarılı girişim sayısı artmış, komplikasyonlarda da azalma olmuştur. Bu çalışmada çocuklara iki farklı yöntem olan anatomik tarif (AT) ve Ultrasonografi (US) eşliğinde perkutan santral venöz kateter (SVK) takılması yöntemlerini karşılaştırdık.


YÖNTEM ve GEREÇLER: On kilogramın altında, toplam 293 vaka, rasgele, retrospektif olarak; AT (n=151) ve US (n=142) eşliğinde kateterizasyon yapılanlar olarak iki gruba ayrıldı. SVK sağ/sol internal juguler ven (İJ), sağ/sol femoral ven (FV) ve sağ/sol subklaviyan venden (SKV) takıldı. Karşılaştırılan parametreler: demografik veriler, kateterin takıldığı yer, girişim sayısı, işlemi bitirme süresi, cerrahi kateter takılma sayısı, komplikasyonlar idi.
BULGULAR: Grupların demografik verileri; yaş (1 gün- 4.5 yaş), ağırlık (560 gr-10 kg), boy (23-103 cm) ve cinsiyetleri arasında fark yoktu (p>0,05). SVK takıldığı yerler sırası ile % olarak: sağ İJ/sol İJ/sağ FV/ sol FV/ sağ SKV /cerrahi femoral ven/sağ atriyum; AT de 82/6/6/2/2/2, US’de 89/9/1/0/0/0 (p<0,05). SVK girişim sayısı: AT grubunda 1-26 (6,7±17,7) kez ve US grubunda ise 1-4 (1,23 ±0,5) kez idi (p<0,05). SVK takma süresi: AT grubunda 16-231 (45,2±47,5) dakika ve US grubunda ise 11-82 (16,1±13,8) dakika idi (p<0,05). Komplikasyonlar: kanama, hematom, dolaşım bozukluğu, sinir hasarı, uzamış yatış, mortalite sırası ile % olarak; AT’de 11/9/7/3/4/1, US’de %1/2/0/0/0/0 idi (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Pediatrik kardiyak anestezide kateterizasyonlar anatomik tarif veya ultrason eşliğinde yapılabilir; fakat ultrason eşliğinde yapılması; zaman ve başarılı girişim yönünden iyileşmeye neden olurken, komplikasyonlarda da azalmaya neden olacağı kanısındayız.
INTRODUCTION: With the widespread use of ultrasound by the pediatric cardiac anesthesiologist, the number of successful interventions with time and material saving increased and complications decreased. In this study, we compared the methods of insertion of two different methods, anatomic definition (AD) and ultrasonography (US) with percutaneous central venous catheter (CVC).


METHODS: A total of 293 cases, under 10 kg, randomly, retrospectively; AD (n=151) and US (n=142) were divided into two groups. The CVC was inserted into the right/left internal jugular vein (IJ), the right/left femoral vein (FV), and the right/left subclavian vein (SCV). Compared parameters: demographics, catheter insertion site, procedures, durations, number of surgical catheter insertion and complications.
RESULTS: Demographic data of the groups; in age (1 day-4.5 years), weight (560 gr-10 kg), height (23-103 cm) and gender was no difference (p>0.05). CVC insertion in %: right/left IJ, right/left FV, right SCV, surgical femoral vein/right atrium; In the AD at 82/6/6/2/2/2, in US 89/9/1/0/0/0 (p<0,05). The number of CVC interventions were 1-26 (6.7±17.7) times in the AD group and 1-4 (1.23±0.5) in the US group (p<0.05). The duration (minute) of CVC insertion was 16-231 (45.2±47.5) in the AD group and 11-82 (16.1±13.8) in the US group (p<0.05). Complications was: bleeding, hematoma, circulatory disorder, nerve damage, prolonged hospitalization, mortality in %; AD 11/9/7/3/4/1, US 1/2/0/0/0/0 (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Catheterization in pediatric cardiac anesthesia can be done by anatomical description or ultrasound; but with ultrasound guidance; We believe that it causes a decrease in the complications while leading to an improvement in time and successful intervention.

16.Is remifentanil superior to nitrous oxide regarding the clinical effects?
Elzem Şen, Ayşe Mızrak, Sıtkı Göksu
Page 0
AMAÇ: N2O ve remifentanilin hemodinami, B12 vitamini, derlenme süresi, yan etkiler, hasta ve cerrah memnuniyeti üzerine olan etkilerini karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEMLER: ASA I-II risk grubunda abdominal histerektomi planlanan, premedike edilmemiş olan 75 olgu rastgele üç gruba ayrıldı; azot protoksit (Grup N), remifentanil (Grup R) ve kontrol (Grup K). Anestezi indüksiyonunda her üç gruba da 2 mg kg-1 propofol, 0.6 mg kg-1 rokuronyum verildi. Remifentanil grubuna 0.5 µg kg-1 remifentanil yüklemesini takiben 0.2 µg kg-1 dk-1 infüzyona başlandı. Endotrakeal entübasyonun ardından, % 2 sevofluran ile birlikte % 50 O2/N2O (Grup N) veya hava (Grup R, K) içeren 4 L dk-1 taze gaz verilmeye başlandı. Hemodinamik parametreler, B12 vitamini, yan etkiler, hasta ve cerrah memnuniyeti ve derlenme süreleri kaydedildi.
BULGULAR: Sıfırıncı, 10., 15., 30. dakikalarda intraoperatif kalp atım hızı (KAH), remifentanil grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düşük bulunmuştur (p<0.05). İntraoperatif 5., 30.dk ve postoperatif 0.dk’da KAH değerleri Grup N’de Grup R’deki değerlere göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksekti (p<0.05). İntraoperatif 45.dk’daki ortalama arteriyel kan basıncı (OAB) değeri istatistiksel olarak Grup N’de Grup R’dekinden daha yüksekti (p=0.02). Aldrete Derlenme Skorunun 9 olma süresi Grup N’de Grup R’ye göre istatistiksel olarak anlamlı yüksekti (p=0.009). İntraoperatif cerrah memnuniyeti sırasıyla Grup R>Grup N>Grup K idi (p<0.05). Grup N’de bulantı-kusması olan hastaların yüzdeleri Grup R’dekinden istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulunmuştur (p=0.001).
SONUÇ: Remifentanil ile daha hızlı derlenme ve daha az PBK sağlanmış olmakla birlikte, hem remifentanil ve hem de N2O ile benzer şekilde stabil bir hemodinamik etki ve konforlu bir genel anestezi sağlanmıştır.
OBJECTIVE: We aimed to compare the effects of N2O and remifentanil on hemodynamic parameters, B12 vitamin values, recovery times, side effects, patient and surgeon satisfactions
METHODS: Seventy-five ASA I-II women scheduled for abdominal hysterectomy were randomly divided into three groups; nitrous oxide (Group N), remifentanil (Group R) and control (Group K). Two mg kg-1 propofol, 0.6 mg kg-1 rocuronium were given during induction of anesthesia. In remifentanil group following 0.5 μg kg-1 bolus remifentanil, 0.2 μg kg-1 dk-1 infusion was started.Then fresh gas 4 L dk-1 including 50 % O2/N2O (in Group N) or medical air (in Group R, K) in with 2 % sevoflurane was given. Hemodynamic parameters, B12 vitamin, side effects, patient and surgeon satisfactions and recovery times were recorded.
RESULTS: In remifentanil group, intraoperative heart rate (HR) values were found statistically significant lower than control group at 0., 10., 15., 30. minutes (p<0.05). In Group N, HR values were statistically significant higher than Group R at intraoperative 5.,30., minutes and postoperative 0. minute (p<0.05). In group N, the intraoperative mean arterial pressure (MAP) at 45. minute was statistically higher than group R (p=0.02). Aldrete Recovery Score to be 9 in Group N was statistically significant longer than Group R (p=0.009). Surgeon satisfactions were Group R > Group N > Group K (p<0.05). In Group N, nausea and vomiting was statistically significant higher than Group R (p=0.001).
CONCLUSION: Although remifentanil provided more rapid recovery and less postoperative nausea-vomiting, both of them provided a stabile hemodynamic effect and a satisfactory general anesthesia similarly.

17.Anesthetic Management In A Case With Myastenia Gravis Who Underwent Simultaneously Coronary Artery Bypass Graft (CABG) Surgery And Thymectomy
Murat Aksun, Senem Girgin, Ufuk Yetkin, Volkan Kuru, Birzat Emre Gölboyu, Ali Gürbüz, Nagihan Karahan
Page 0
Miyastenia Gravis (MG), sinir kas kavşağında asetilkolin reseptörlerinin yıkımı ile karekterize, otoimmun bir hastalıktır. Tedavisinde başta anti kolinesterazlar olmak üzere, pek çok medikal ilaç grubu uygulanması yanı sıra, timektomi önemli bir yer tutmaktadır. Süksinilkoline beklenmeyen yanıt, non depolarizan kas gevşeticilere aşırı duyarlılık ve postoperatif solunum yetmezliği riski nedeniyle anestezi yönetimi özellik göstermektedir. Biz, timektomi ile eş zamanlı KABG cerrahisi yapılan MG'li bir olguda uyguladığımız anestezi yönetimini sunmayı hedefledik.
Myastenia Gravis (MG) is an autoimmune disease which is characterized with the destruction of acetylcholine receptors in the neuromuscular junction. Myastenia is treated mainly with acetylcholinesterase inhibitors and other medications. Thymectomy has an important place in treatment. Unexpected response to succinylcholine, overreaction to nondepolarizing neuromuscular blocking agents and the risk of postoperative respiratory failure complicates the anesthetic management. In this article, we aimed to present our anesthetic management in a case with MG who underwent simultaneously CABG surgery and thymectomy.

18.Retained Guidewire In a Child; A Rare Complication of Central Venous Catheterization
Betül Kozanhan, Betül Başaran, Leyla Kutlucan, Hakan Yılmaz, Süleyman Bakdık, Sadık Özmen
Page 0
Santral venöz kateterizasyon bir çok endikasyon için yaygın olarak kullanılmaktadır. Girişim sırasında ve sonrasında çeşitli mekanik komplikasyonlar gelişebilir. Kılavuz telin venöz sistemde unutulması santral venöz kateterizasyonunun nadir gözlenen iatrojenik bir komplikasyonudur. Bu olgu sunumunda uzun süre venöz sistem içinde unutulan kılavuz tel nedeniyle septisemi gelişen çocuk hastayı tartışırken; sistem aksaklıkları ve düzeltilmesinde alınabilecek önlemleri özetlemeyi amaçladık.
Central venous catheterization are frequently used for many indications. A number of mechanical complications can occur during and after the insertion. Retantion of a guidewire in the venous system is a rare and iatrogenic complication of central venous catheterization. In this case report we present a children with septicemia related to a guidewire which was forgetten in the venous system for a long time. With this case report we aimed to overview the system errors and measures which can be taken to prevent such complications.

19.Should we do cancer screening to patients going to open heart surgery?
Gülbin Aygencel
Page 0
Abstract

20.A rare pulmonary arterial catheterization complication: knotting
Derya Arslan Yurtlu, Hasan Fatih Tanyeli, Murat Aksun, Nagihan Karahan, Orhan Gökalp, Ali Gürbüz
Page 0
Pulmoner arter kateterizasyonu ile ilgili çeşitli komplikasyonlar tanımlanmıştır ve hemotoraks gibi bazıları yaşamı tehdit eden nitelikte olabilmektedir. Pulmoner arter kateterinin düğümlenmesi ise nadir karşılaşılan komplikasyonlardan biri olup başka medikal sorunlara yol açması da olasıdır. Bu yazıda pulmoner arter kateterinin düğümlenmesi sorunu ile karşılaşılan bir olgu sunularak problemin çözüm yolları tartışılmıştır.
Various complications related to pulmonary arterial catheterisation have been described and some of them such as hemothorax could be in life threatining nature. Knotting of the pulmonary arterial catheter is one of rare complications which has the potential to lead to other medical problems. In this manuscript, a case with knotting of the pulmonary arterial catheter has been described and solutions for the problem have been discussed.

21.Fast-track Anesthesia and BIS Monitoring in Coronary Artery Bypass Grefting Surgery
Ebru Kaval, Aynur Camkıran Fırat, Pınar Zeyneloğlu
Page 0
“Fast-track” anestezi, daha uygun maliyetli, kaliteli bakımla, hastane ve yoğun bakım ünitelerinde kalış süresini, dolayısıyla hastane maliyetlerinin azalmasını sağlamaktadır. “Fast-track” kardiyak anestezi (FTKA) postoperatif 8 saat içinde trakeal ekstübasyonu amaçlamaktadır. Kardiyak cerrahi sonrası “fast-track” trakeal ekstübasyon genel bir pratiğe dönüşmeye başlasa da, buna olanak sağlayan yöntemler daha detaylı araştırılmalıdır. Bu yöntemler arasında anestezi derinliğini de içeren, intraoperatif monitörizasyon yaklaşımları da bulunmaktadır.
Anestezi derinliğini etkin olarak ölçmede yeni arayışlar santral sinir sisteminin monitörizasyonu için yeni tekniklerin bulunmasına yardımcı olmuştur. Bu konudaki en güvenilir değişken olarak nitelendirilen bispektral indeks, kardiyak anestezi pratiğinde en sık kullanılan işlenmiş elektroensefalografi monitörüdür.
Fast-track anesthesia provides a reduction in hospital and intensive care unit length of stay, thus a reduction in hospital costs with lower costs and high quality care. Fast-track cardiac anesthesia aims tracheal extubation in 8 hours. Fast-track tracheal extubation begun to turn into a general practice, but methods allowing fast-track extubation are needed to be further investigated. Among these methods there are intraoperative monitoring approaches including the depth of anesthesia.
The effect of BIS monitoring during coronary artery bypass grafting surgery to intraoperative anesthetic and analgesic requirement and postoperative time to extubation investigations for evaluation of the depth of anesthesia effectively, induced development of recent techniques for central nerve system monitorization. Bispectral index (BIS) is one of the most reliable monitoring systems of brain and BIS is the most frequently used processed electroensefalograpy monitor in cardiac anesthesia practice.

22.Experiences in anesthetic management of pediatric patients undergoing Tetralogy of Fallot correction operation
Feride Karacaer
Page 0
GİRİŞ ve AMAÇ: Fallot tetralojisinde, kardiyak anomalinin geniş spektrumu, anestezik ajanların etkilerini de içeren dinamik fizyolojik değişiklikler, uygulanacak cerrahi girişimin tipi (palyatif girişim veya düzeltme operasyonu) ve eşlik eden kalp dışı malformasyonlar intraoperatif yönetimi zorlaştırmaktadır. Bu retrospektif çalışmada hastanemizde Fallot tetralojisi cerrahisi uygulanan 40 pediatrik hastadaki perioperatif anestezi yönetiminin değerlendirilmesi ve sonuçlarımızın literatür eşliğinde tartışılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemizde Ekim 2016- Haziran 2018 tarihleri arasında Fallot tetralojisi cerrahisi uygulanan 40 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: 25 hastanın siyanotik ve 15 hastanın asiyanotik olduğu gözlendi. Bu hastalar kardiyopulmoner bypass, kros klemp ve operasyon süresi, sıvı, kan ve kan ürünleri tüketimi açısından karşılaştırıldığında istatistiksel bir fark saptanmadı. Postoperatif dönemde ise ekstübasyon zamanı, YBÜ’nde ve hastanede kalış süreleri açısından hastalar arasında bir fark yoktu. Aynı şekilde multipl aortopulmoner kollateral varlığı olan ve olmayan hastalar karşılaştırıldı ve herhangi bir fark bulunamadı. 6 hastamızda anestezi indüksiyonu sırasında hipersiyanotik spell atağı gözlendi. Operasyon sonunda tüm hastaların entübe şekilde YBÜ’ne çıkarıldığı tespit edildi. 3 hastanın postoperatif dönemde kaybedildiği saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Fallot tetralojisi hastalarının kardiyak onarım operasyonları planlanırken, preoperatif kardiyak anomali tanımlanmalıdır. Eşlik eden malformasyonlar, intraoperatif anestezi yönetimi ve yoğun bakım ünitesindeki yaygın postoperatif sorunlar göz önünde bulundurularak uygun anestezi, cerrahi ve kardiyopulmoner bypass yönetimi sağlanmalıdır.
INTRODUCTION: In the tetralogy of Fallot, a wide spectrum of cardiac anomalies, dynamic physiological changes including the effects of anesthetic agents, type of surgical intervention (palliative intervention or correction operation) and non-cardiac malformations complicate intraoperative management. In this retrospective study, we aimed to evaluate perioperative anesthesia management in 40 pediatric patients undergoing Tetralogy of Fallot surgery in our hospital.
METHODS: Forty patients who underwent Tetralogy of Fallot surgery between October 2016- June 2018 in our hospital were evaluated retrospectively.
RESULTS: 25 patients were cyanotic and 15 patients were acyanotic. There was no statistically significant difference between these patients in terms of cardiopulmonary bypass, cross-clamp and operation time and consumption of fluid, blood and blood products. Similarly, patients with and without multiple aortopulmonary collaterals were compared and no difference was found. Hypercyanotic spell attack was observed in 6 patients during anesthesia induction. 3 patients died in the postoperative period.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Preoperative cardiac anomaly should be defined when planning cardiac repair operations of Tetralogy of Fallot patients. Appropriate anesthesia, surgery and cardiopulmonary bypass management should be provided by taking into consideration the intraoperative anesthesia management, the comorbidities and the post-operative problems in the intensive care unit.

23.The Comparison Of The Off-Pump And Cardiopulmonary By-Pass Techniques Effects Upon Postoperative Delirium At Elective Coronary By-Pass Greft Surgery
Engin Yılmaz, Murat Aksun, Senem Girgin, Şeref Gülseren, Volkan Kuru, Atilla Şencan, Lale Koroğlu, Gülçin Aran, Nagihan Karahan
Page 0
AMAÇ: Çalışmamızda, elektif koroner arter baypas greft (KABG) ameliyatlarında off-pump ve kardiyopulmoner baypas (KPB) tekniklerinin deliryum gelişimi üzerine etkilerinin karşılaştırılmasını amaçlandı.
YÖNTEMLER: 20–80 yaş arası KPB tekniği ile opere olacak 40 olgu (Grup-1) ve off-pump teknikle opere olacak 30 olgu (Grup-2) çalışmaya dahil edildi. Operasyondan bir gün önce “Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği” testi ve psikiyatri kliniği tarafından “Kısa Kognitif Muayene Ölçeği” uygulanıp puanları kaydedildi. Postoperatif dönemde hastalara psikiyatri kliniği tarafından 24 ve 72. saatlerde ‘’Deliryum Derecelendirme Ölçeği (DDÖ)’’uygulandı.
BULGULAR: Her iki grupta DSM-IV kriterlerine göre deliryum tanısı alan ve DDÖ ile 12 puan üstünde alan olgu saptanmadı. İki grup, 24. ve 72. saatteki DDÖ puanlarına göre karşılaştırıldı. Grup-1’de anestezi ve yoğun bakımda kalış süresi, Grup-2’de ise sadece yoğun bakımda kalış süresi 24. ve 72. saat DDÖ puanları ile istatistiksel olarak anlamlı korelasyon gösterdi. (p<0.05) Grup 1’de sigara ve beta-bloker kullananların DDÖ 72. saat puanları kullanmayanlara göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek, Grup 2’de statin kullananların DDÖ 72. saat puanları kullanmayanlara göre istatistiksel olarak anlamlı düşük saptandı (p<0.05). Grup-1’de, Grup-2’ye göre anestezi süresi, operasyon süresi ve transfüzyon ihtiyacından bağımsız olarak DDÖ 24 puanları istatistiksel olarak anlamlı yüksek saptandı. Grup-1’de Grup-2’ye göre operasyon süresi ve transfüzyon ihtiyacından bağımsız olarak ve anestezi süresi < 180 dk. olduğunda DDÖ 72 puanları istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu.
SONUÇ: Sigara ve ß-bloker kullanımının, anestezi ve yoğun bakımda kalış süresinin uzun olmasının deliryum için risk faktörü olabileceğini, statin kullanımının ise riski azaltabileceğini düşünmekteyiz.
OBJECTIVE: In our study, we aimed to compare the effects of cardiopulmonary technique and off-pump technique on delirium progress in elective coronary artery by-pass graft surgeries.
METHODS: Between the ages of 20-80; 40 cases to undergo cardiopulmonary by pass technique (group 1) and 30 cases to undergo off-pump technique (group 2) were involved in our study. “Patient anxiety and depression scale” test and “short cognitive examination scale” were performed and the scores were recorded the day before the surgery. On postoperative 24 hours and 72 hours “delirium grading scale” (DGS) was performed by the pschiatry clinic.
RESULTS: There were no patients with delirium diagnosis according to DSM-IV criteria and none of the patients scored more than 12 points with DGS. Two groups were compared with their 24th and 72nd hour DGS results. In group-1, 24th and 72nd hours of DGS scores showed a statistically significant correlation the time of anesthesia and intensive care unit term (p<0.05). However, in group 2 there was a statistically significant correlation only between intensive care unit term and 24th and 72nd hours of DGS scores (p<0.05). In group 1 smoking and use of ß-blockers statistically increased the DGS scores on 72nd hour (p<0.05). In group 2 use of statins statistically decreased the DGS scores on 72nd hour (p<0.05). Compared to group 2, free of duration of anesthesia, duration of operation and necessity of transfusion DGS 24th hour scores were higher in group 1. Compared to group 2, free of duration of operation, necessity of transfusion and when anesthesia time < 180 minutes DGS 72nd hour scores were significantly higher in group 1.
CONCLUSION: We think that smoking, use of ß-blockers, duration of anesthesia and intensive care unit stay may be a risk for delirium, use of statins seem to decrease the risk.



24.A successful anesthetic approach in an urgent spinal surgery of a patient with high cardiac risk
Murat Karcıoğlu, Kasım Tuzcu, Işıl Davarcı, Yusuf Bolkan Bozdoğan, Selim Turhanoğlu, Adnan Burak Akçay, Murat Altaş
Page 0
Kardiyak hastanın kalp dışı cerrahisinde preoperatif değerlendirme konusundaki bütün çabalar olası komplikasyonları tahmin etmek ve onlardan korunmak içindir. L1 çökme fraktürü ön tanısı ile 80 yaşındaki bayan hastaya acil operasyon kararı alındı. Hastanın muayenesinde akciğer ödeminde olduğu ve kalp yetmezliği geliştiği tespit edildi. Önceki koroner anjiyografi raporunda çok yüksek riskli koroner arter hastası olduğu ve hastanın baypası kabul etmediği öğrenildi. Ekokardiyografisinde ejeksiyon fraksiyonu (EF) %30–35, 3–4º mitral yetmezliği (MY) vardı. Hasta yoğun bakıma alındı, yaklaşık bir haftalık yoğun tedaviden sonra kan gazları düzeldi, hemodinamisi stabilleşti. Bu haliyle ameliyata alınmasına karar verildi. Anestezi indüksiyonunda midazolam, fentanil, rokuronyum ve lidokain verildi. İdamesi ise %50 hava + %50 O2 ve sevofluran ile sürdürüldü. Hasta üç saat süren operasyonu sorunsuz tamamlandı. Sonuç olarak, perioperatif pulmoner ödem ve kalp yetmezliği (KKY) varlığında kalp dışı cerrahi acil değilse ertelenmeli ve KKY fonksiyonel derecesine göre perioperatif dönem boyunca agressif olarak tedavi edilmelidir. Acil durumlarda kardiyologlar ile konsulte edilerek birlikte karar verilmeli ve hasta optimal koşullarda operasyona alınmalıdır.
In noncardiac surgery of cardiac patients, all efforts in the preoperative assessment are to predict the potential complications and to protect the patient from them. An urgent operation was planned to a 80-year-old female patient with the diagnosis of compression fracture of L1. In the physical examination, pulmonary edema was detected. The patient had a high risk coronary artery disease detected by previous coronary angiography, and she refused coronary by-pass operation. The patient was sent to coronary intensive care unit after talking with patient’s relatives and the surgeon. After one-week intensive treatment, blood gases improved and hemodynamic values become stable. In this condition, we decided operation for the patient. Invasive monitorization was performed in the operation room. For induction of anesthesia, midazolam, fentanyl, rocuronium, and lidocaine were administrated. The maintenance of anesthesia was sustained by sevoflurane and 50% of air and 50% of oxygen. No complication occurred during three-hour operation, and she was stable up to the discharge. As a result, each patient should be questioned and examined carefully about cardiac manifestations during the preoperative assessment, and if there is preoperative pulmonary edema or heart failure, the operation should be postponed. Also during surgery, an intensive medication should be applied according to the functional degree of heart failure. In the presence of any sign or symptom of congestive heart failure (CHF), surgeries should be postponed if it is not urgent. In case of emergency, co-decision should be provided with cardiologists, and patients should be operated under optimal conditions.

25.The servical hematoma which does not allow endotracheal intubation after carotid body surgery
Nureddin Yüzkat, Muhammed Bilal Çeğin, Ali Kemal Gür, Lokman Soyoral, Uğur Göktaş, Ayhan Ertuğrul Turan
Page 0
Abstract

26.Anesthetic Management Of Pulmonary Hypertension With Pediatric Congenital Cardiac Disease
Zeliha Tuncel, Şefika Türkan Kudsioğlu, Zuhal Aykaç
Page 0
Konjenital kalp hastalıklarında morbidite ve erken mortalitenin en önemli nedenlerinden biri konjenital kalp hastalıklarına bağlı pulmoner hipertansiyondur (PHT). Konjenital kalp hastalıklarına bağlı PHT sıklığı opere olmayan hastalarda % 30 ve tamir edilen hastalarda % 15’tir.? PHT periopertatif pulmoner hipertansif kriz ve kardiyak arest gibi önemli komplikasyonlara yol açar. Anestezistlerin amacı pulmoner damar direnci artışını ve miyokard fonksiyonlarındaki depresyonu en aza indirebilmektedir.
Pulmonary hypertension associated with congenital heart disease (CHD) is one of the most common causes of morbidity and premature mortality in pediatric patients with CHD. Estimated prevalance of pulmoner hypertension associated with CHD remains 30% in unoperated paients and15 % in repaired patients. Pulmoner hypertension is associated with significant perioperative risk for major complications, including pulmonary hypertensive crisis and cardiac arrest. The aim of anesthesiolojists are minimizing increases in pulmoner vascular resistance and depression of myocardial function.

27.Management of anaesthesia in a patient with Brugada type ECG change
Onur Palabıyık, Ezgi Şen Zengin, Ayça Taş Tuna
Page 0
Brugada sendromu (BS), sağ prekordiyal derivasyonlarda (V1-V3) yalancı sağ dal bloğu ile birlikte ST segment elevasyonuyla karakterize nadir görülen bir hastalıktır. Hastalar genellikle asemptomatik olup tetikleyici ajanlarla fatal aritmiler gelişebilmektedir. Rutin anestezi pratiğinde kullanılan propofol, etomidat, ketamin, bupivakain, lidokain, antikolinesterazlar, tramadol ve metoklopramid gibi bazı ilaçların BS’li hastalarda kullanımından kaçınılması bildirilmiştir. Bu olgu sunumunda Brugada tipi EKG değişikliği olan hastada anestezik yönetim ile ilgili anahtar noktaları vurgulamayı amaçladık.
Brugada syndrome (BS) is a rare disease that is characterized by pseudo right bundle branch block and ST segment elevation in the precordial leads (V1-V3). Patients are usually asymptomatic, but fatal arrhythmias may develop by triggering agents. Anaesthetic drugs such as propofol, etomidate, ketamine, bupivacaine, lidocaine, anticholinesterases, tramadol and metoclopramide which are using in routine practise, should be avoided in the patients with BS. In the present case report we aimed to emphasize the key points related to anaesthetic management of a patient with Brugada type ECG change.

28.PARADOXAL AIR EMBOLISM DURING SITTING POSITION WITHOUT an INTRACARDIAC DEFECT
Kazım Karaaslan, Erdoğan Öztürk, Ufuk Topuz, Asım Esen
Page 0
Oturur pozisyon nörocerrahide yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu pozisyon dezavantajlarından biri intrakranial venlerdeki negatif basınç dolayısı ile oluşan hava embolisidir. En sık neden patent foramen ovale kaynaklı intrakardiyak şantlar olup transözofageal ekokardiyografi (TÖE) ile saptanabilmektedir. Ancak nadir olarak anestezi sırasında, intrapulmoner fonksiyonel arteriyovenöz anastomozlar yoluyla paradoksal hava embolisi (PHE) olabilmektedir.
Bu yazının amacı, VHE insidansının yüksek olduğu olgularda hipoksinin agreve ettiği PHE gelişebileceği konusunda farkındalık arttırmaktadır.
Sitting position is widely used in neurosurgery. One disadvantage of this position is a negative pressure in cranial veins in the sitting position that leads to air aspiration. The most common cause is intracardiac shunting that sourced patent foramen ovale, and it can be determined by transesophageal echocardiography (TEE). There are, however, rarely occurred cases resulted from patency of intrapulmonary functional arteriovenous anastomoses and lead to extra-cardiac paradoxical air embolism (PAE) during anesthesia.
The aim of this paper is to increase awareness that PAE can occur through intrapulmonary shunt aggravated by hypoxia in cases with high VAE incidence.

RESEARCH ARTICLE
29.Evaluation Of The Effectiveness Of Continuous Venovenous Hemodiafiltration Applied With Oxiris And An69 Membranes In Patients With Septic Shock-Related Acute Kidney Injury
Cem Kıvılcım Kaçar, Osman Uzundere, Enver Yüksel, Deniz Kandemir, Esra Aktiz Biçak, Abdulkadir Yektaş
doi: 10.5222/GKDAD.2021.60252  Page 0 (507 accesses)
Amaç: AN69 ve oxiris kontinyu renal replasman tedavisinde kullanılan filtrelerdir. Bu çalışmadaki amacımız bu filtrelerin septik şok ilişkili akut böbrek hasarı tanılı hastaların 28 günlük mortalitesi ve kliniği, kan hücre sayımı, kan biokimyası, inflamasyon belirteçleri üzerine etkilerini araştırmaktır.
Yöntem: 01 Mart 2019-30 Eylül 2019 ayları arasındaki septik şok ilişkili akut böbrek hasarı olan kontinyu venövenöz hemodiyafiltrasyon tedavisi alan ve yoğun bakım ünitesinde yatan 42 erişkin hasta (Grup 1 Oxiris (n=21) ya da Grup 2 AN69 (n=21)) gözlemsel prospektif olarak planlanan çalışmaya dahil edildi ve sonuçları karşılaştırıldı. Veriler CVVHDF başlangıcında ve CVVHDF başlangıcından 24 saat sonra alındı ve kaydedildi.
Bulgular: Grup 1’de CVVHDF öncesi ve sonrası değerler karşılaştırıldığında prokalsitonin (p=0.04) ve noradrenalin infüzyon oranı (p=0.02) istatistiksel olarak anlamlı azalmıştı. Grup 2 için CVVHDF öncesi ve sonrası değerler karşılaştırıldığında üre (p=0.04), trombosit sayısı (p=0.02) ve prokalsitonin düzeyleri (p=0.002) istatistiksel olarak anlamlı azalmıştı. Gruplar arasında mortalite açısından da istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktu.
Sonuç: Oxiris filtre ile CVVHDF noradrenalin infüzyon oranında istatistiksel olarak anlamlı azalmaya neden olmuştur. Biz septik şok ilişkili akut böbrek hasarında oxiris ile CVVHDF uygulamasının tedavi için zaman kazandıracağını düşünüyoruz.
Objective: AN69 and Oxiris are filters used in continuous renal replacement therapy. In this study, we aimed to investigate the effects of these filters on blood cell counts, blood biochemistry, inflammation indicators, clinical condition of patients and 28 day-mortality of patients diagnosed with septic shock-related acute kidney injury.
Method: Between 01 March 2019 and 30 October 2019, 42 adult patients (Group 1: Oxiris (n=21) or Group 2: AN69 (n=21)) with septic shock-related acute kidney injury and received continuous venovenous hemodiafiltration (CVVHDF) in the intensive care unit were included in prospectively planned observational study and their results were compared. The data at the begining of CVVHDF (pre-CVVHDF) and 24 hours after the onset of CVVHDF (post-CVVHDF) were recorded.
Results: In the comparison of the pre- and post-CVVHDF values in Group 1, a statistically significant decrease was detected in the procalcitonin (p=0.04) and noradrenaline infusion rate (p=0.02) levels. In the comparison of the pre- and post-CVVHDF values in Group 2, a statistically significant decrease was detected in the urea (p=0.04), procalcitonin (p=0.002), levels, and platelet counts (p=0.02). There was no statistically significant difference between the groups in terms of mortality.
Conclusion: CVVHDF performed using Oxiris filters caused a statistically significant decrease in noradrenaline infusion rate. We think that the use of CVVHDF performed using Oxiris filter applied for septic shock-related acute kidney injury will save us time in the treatment.

30.Is there any efficacy on safe heparinization given any fresh frozen plasma before heparin during cardiopulmonary bypass operation?
Mustafa Esat Cilcan, Ayfer Acikgoz, Ismail Haberal, Pinar Turgut, Kamil Karaoglu
Page 0
AMAÇ: Çalışmamızda Kardiyopulmoner baypas (KPB) esnasında, ilk heparinizasyon dozu öncesi verilen taze donmuş plazmanın (TDP) olası heparin direnci (HD)’ne karşı yeterli heparinizasyonun sağlanmasındaki etkinliğini literatürler eşliğinde araştırmayı amaçladık.
YÖNTEMLER: Enstitü etik kurulu’nun ve hastaların onayı alındıktan sonra ameliyatlarında kardiyopulmoner baypas uygulanan, 18 yaşından büyük toplam 50 olgu çalışmaya alındı. Hastalar rastgele 25’ er kişilik iki gruba ayrıldı. Karaciğer ve böbrek yetersizliği olan hastalar çalışmaya alınmadı. Olguların vücut ağırlıkları, yaşları ve heparin öncesi ACT değerleri kaydedildi. Heparinizasyondan 15-30 dakika önce; 2 ünite “Taze Donmuş Plazma” (TDP) verilen olgular “Çalışma gurubu” (ÇG); TDP verilmeyen olgular “Kontol grubu” (KG) olarak adlandırıldı. Heparinizasyon için Nevparin® (5000 İ.Ü./ mL heparin sodyum) (300Ü/Kg) İV verilişinden 4-6 dakika sonra kontrol ACT’lerine bakıldı (Actalyke Mini II ACT Analyzer Helena Lab.) ve takiben her 30 dakikada bir ACT’ler tekrarlandı ve kaydedildi. ACT 420 saniyenin altında bulunan hastalara “Heparin Doz Cevap Eğrisi”ne göre ek doz heparin verildi.
BULGULAR: Her iki grup arasındaki yaş, vücut ağırlıkları, başlangıç ACT’leri arasındaki farklar istatistiksel olarak anlamlı değildi.
İki grup arasında ilk doz heparinizasyondan yaklaşık 4 dakika geçtikten sonra ölçülen ACT’ler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu gözlendi. Çalışma grubunda 650.74 (±244.818) saniye bulunurken bu değer (KG)nda 505.92 (±159.783) saniye bulundu (T-test p = 0.018 (p<0.05) ).
İlk doz heparin uygulamasından yaklaşık 4 dakika geçtikten sonra ölçülen ACT değerlerine göre iki grup arasındaki ek doz heparin ihtiyacı farkı istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Çalışma gurubunda %4, (KG)nda hastaların %24’üne ek doz heparin uygulaması gerekmiştir. (Kikare test p = 0.042 (<0.05) ).
İlk yarım saatte ihtiyaç duyulan ek doz heparin miktarları arasında istatistiksel olarak fark olmadığı gözlendi.

SONUÇ: Tanısının, tedavisinin zaman alıcı ve ölüm riskinin yüksek olması nedeniyle “(HD)”nin önlenebilmesi ya da daha kolay denetlenebilir duruma gelmesi için özellikle acilen pompaya girilmesi gereken durumlarda ve sık ACT ölçülemediği ya da ACT ölçüm cihazının kalibrasyonundan şüphe duyulan durumlarda heparinizasyon güvenirliği açısından tam doz heparinizasyon öncesi yaklaşık 2 ünite TDP verilmesinin uygun olduğu kanısına varıldı.
OBJECTIVE: In this study the effeciency of supplying adequate heparinization by the fresh frozen plasma ( FFP ) given before the initial heparin dose by Cardiopulmonary bypass (CPB) is aimed to investigate.
METHODS: After obtaining the consent of the patients and the consent the ethics committee of institute, total of 50 patients older than 18 years old who used cardiopulmonary by- pass at their surgeries were enrolled to this study. Patients were divided into two groups of 25 people randomly. The patients with liver and kidney failure were excluded from the study. The weight and age of the patients and the ACT values of patients before heparin were recorded. A group of patients given 2 units " Fresh Frozen Plasma" before about 15-30 minutes heparinization with 300 U / kg dose. This group is called the ‘Group W ‘ (Study Group ), a group of patients who hasn’t given TDP" is called ‘Group C’ (Controlled). 4-6 minutes after application of the first dose of heparin (Nevparin® 5000 İ.Ü./ mL heparin sodyum), the control ACTS were measured(Actalyke Mini II ACT Analyzer Helena Lab.). The ACTs were repeated every half an hour and were recorded. The patients with the value of ACT under 420 seconds were given additional doses of heparin according to their " Heparin dose-response curve ".
RESULTS: The differences between the age, weight and the initial ACT values of the two groups were not statistically significant.

The differences of the ACT values measured about 4 minutes after the first dose of heparinization between the two groups were statistically significant. This value was 650.74 ( ± 244,818 ) seconds at working group while in the control group it was found 505.92 ( ± 159.783 ) seconds respectively (by T-test result p = 0.018 ( p <0.05 )).

The differences of the ACT values measured about 4 minutes after implementing the first dose of heparin between the two groups were statistically significant. Additional dose of heparin was required at about 4% of the patients in the study group and at about 24% of patients in the control group. (according to the test results of X2 (p = 0.042 ( <0.05 )).

Statistically no difference was observed between the two groups at the value of additional need of heparin dose in the first half an hour.

CONCLUSION: Since the diagnosis and treatment process is time-consuming and has a higher risk of death, especially in cases those had to enter pump urgently and, in cases where ACT can not be measured frequently or the calibration of the measuring device of ACT in terms of reliability is suspicious it was concluded that it is appropriate to give 2 units of FFP before full dose of heparinization in order to prevent heparin resistance or to make it more easily controllable..

31.Percutaneous Superior Vena Cava Drainage in Minimally İnvasive Mitral Valve Injury
Kemal Tolga Saraçoğlu, Deniz Kızılay, Süleyman Yazıcı, Özkan Demirhan, Haluk Kafalı
Page 0
Mitral kapağın endoskopik görüntülenerek tamiri standart median sternotomiyle karşılaştırıldığında daha az kanama, daha kısa hastanede kalış süresi, düşük morbidite, hızlı derlenme ve daha iyi kozmetik görünüm avantajlarına sahiptir. Perkütan Superior Vena Kava (PSVK) Drenaj kanülünün yerleştirilmesi özellikle sol atrial retraksiyonun normal SVK drenajını parsiyel olarak obstrükte ettiği durumlarda venöz drenaja yardımcı olmaktadır. Bu aynı zamanda uzun operasyonlar sırasında juguler venöz drenajı kolaylaştırarak beyin perfüzyonu üzerine olumlu etkide bulunmaktadır. Kanülasyonuna ait en sık komplikasyonlar; venöz perforasyon, mediastinal hematom, karotid arter kanülasyonu ve venöz dekanülasyonlardır. Bu olgu sunumunda PSVK drenaj kanülünün yerleştirilmesi sırasında mediastinal hematom gelişen hastanın bulgularını sunmaktayız.
Compared with standard median sternotomy, endoscopic mitral valve repair appears less bleeding, hospital stay, lower morbidity, quicker recovery and better cosmetic appearance. Percutaneous superior vena cava (PSVC) cannula placement helps to have venous drainage when the normal superior vena cava drainage is partially obstructed by the retraction of the left atrial. This also has a positive effect on the brain jugular venous drainage facilitating perfusion during long operations. The most common complications of cannulation are venous perforation, mediastinal hematoma, carotid artery cannulation and venous decannulation. In this case report we present the findings of the patient with mediastinal hematoma during insertion PSVC drainage cannula.

32.Myocardial Infarction and Bypass Grafting During Lung Resection
Ayten Saraçoğlu, Deniz Kızılay, Zehra Bayramoğlu, Özkan Demirhan, İbrahim Haluk Kafalı
Page 0
Aspirin vasküler hadiseler için sekonder korumada etkili bir trombosit siklooksijenaz inhibitörü olup myokard enfarktüsü ve inme riskini azaltmaktadır. Avrupa Anestezi Derneği tarafından özellikle kardiyak cerrahilerde olmak üzere aspirin tedavisine tromboz riskini azaltmak için perioperatif dönemde devam edilmesi önerilmiştir. Bu olgu sunumunda, preoperatif dönemde aspirin tedavisi kesilen 3 damar stentli bir hastaya yapılan sağ üst lobektomi sırasında gelişen miyokard enfarktüsü nedeniyle aynı seansta yapılan sağ koroner arter bypass operasyonunun sunumu amaçlanmıştır.
Aspirin, as a platelet cyclooxygenase inhibitor which is effective in prevention to vascular incident, reduce the risk of myocardial infarction and stroke. The continuation of the aspirin therapy, in the perioperative period to reduce the risk of thrombosis, especially in cardiac surgery, has recommended by the European Society of Anesthesiologists. In this case, we aimed to the present of the coronary artery bypass operation performed in the same session with a right upper lobectomy in a patient who has 3 vascular stents and preoperative aspirin therapy cut.

33.The effects of remifentanil and fentanyl infusions on drug consumption, hemodynamics and length of intensive care unit stay in coronary artery bypass surgery
Peyami Duman, Perihan Ekmekçi, Baturay Kansu Kazbek, Hakan Yılmaz, Filiz Tüzüner
Page 0
AMAÇ: Bu çalışmada KABG cerrahisinde fentanil ve remifentanilin ilaç tüketim maliyetleri, hemodinami, ekstübasyon zamanı, yoğun bakımda kalış süresi, BIS ve hasta memnuniyeti üzerine etkileri karşılaştırıldı.
YÖNTEMLER: Çalışmaya ASA III-IV grubunda 40-65 yaş arası 60 hasta alındı. Hastanın reddetmesi, VKI>30, kontrolsüz hemodinami, ejeksiyon fraksiyonu<%25, intraaortik balon ihtiyacı, major organ disfonksiyonu ve ek operasyon planlanması çalışmaya alınmama kriterleriydi.
İndüksiyonda Grup F’ye 2-3 mg kg-1 propofol, 0.6 mg kg-1 rokuronyum, 5-10 μg kg-1 fentanil, Grup R’ye 2-3 mg kg-1 propofol, 0.6 mg kg-1 rokuronyum, 1-2 μg kg-1 remifentanil yapıldı. İdamede Grup F‘ye %2-3 sevofluran, %50 oksijen-hava, 0.1-0.5 μg kg-1 dak-1 fentanil; cilt insizyonu ve sternotomi öncesinde 5 μg kg-1 fentanil bolus, Grup R’ye ise % 2-3 sevofluran + %50 oksijen-hava, 0.5-1 μg kg-1 dak-1 remifentanil, cilt insizyonu ve sternotomi öncesinde 0.25-1 μg kg-1 remifentanil bolus uygulandı. Yoğun bakıma transfer edilene kadar 50-100 μg kg-1 dak-1 propofol verildi. BIS> 60 olacak şekilde titre edilerek azaltıldı. Ekstübasyon sonrası 1, 2, 4, 6, 12, 24. saatlerde VAS, Aldrete ve Ramsey skorlaması, ilaç tüketimi ve maliyeti, yoğun bakımda kalış süresi, hasta memnuniyeti kaydedildi

BULGULAR: İndüksiyon öncesi hariç KH Grup R’de düşüktü. Entübasyon öncesinden yoğun bakım 1.saate kadar OAB Grup R' de düşüktü. Sternum kapatılmasında BİS değerleri Grup F ' de düşüktü. Total opioid tüketimi ve maliyeti Grup F' de düşüktü.
SONUÇ: Bu çalışmada düşük doz fentanilin hemodinami ve opiod tüketimi üzerine etkileri açısından daha avantajlı ve tercih edilebilir bir ajan olduğu görülmektedir.
OBJECTIVE: The effects of fentanyl and remifentanil on drug consumption and cost, hemodynamics, extubation time, length of ICU stay, BIS and patient satisfaction have been investigated in this study.
METHODS: : 60 CABG patients between 40 and 65 years of age were enrolled. Exclusion criteria were: patient’s denial, allergy to study drugs, BMI> 30, uncontrolled hemodynamics, ejection fraction <25%, need for intraaortic balloon pump, major organ dysfunction and additional surgery.
Group F received 2-3 mg kg-1 propofol, rocuronium 0.6 mg kg-1, fentanyl 5-10 μg kg-1 while Group R 2-3 mg kg-1 propofol, rocuronium 0.6 mg kg-1, remifentanil 1-2 μg kg-1 for induction. Group F received 2-3% sevoflurane, 50% oxygen-air, fentanyl 0.1-0.5 μg kg-1 min-1, 5 μg kg-1 fentanyl bolus before incision and sternotomy, Group R received 2-3% sevoflurane, 50% oxygen-air, remifentanil 0.5-1 μg kg-1 min-1, 0.25-1 μg kg-1 remifentanil bolus before incision and sternotomy. Patients received 50-100 μg kg-1 min-1 propofol until transfer to the ICU and lowered to BIS>60.
VAS, Aldrete and Ramsey scores, side effects, opioid and propofol consumption and cost, length of stay in the ICU, patient satisfaction were recorded at 1, 2, 4, 6, 12, 24th hours.

RESULTS: Heart rate was lower in Group R except for the preinduction period. MAP was lower in Group R from the preinduction to the first hour of the ICU. BIS values were lower in Group F during sternal closure. Opioid consumption and cost was lower in Group F.
CONCLUSION: Results show that intraoperative low dose fentanyl is a promising agent when hemodynamics and total opioid consumption are concerned.

34.The effectiveness of Bispectral index monitoring on carotid endarterectomy with general anesthesia
Funda Gümüş, Kerem Erkalp, Sıtkı N Şinikoğlu, Mehmet S Sevdi, Abdülkadir Yektaş, Adil Polat, Nihan Kayalar, Ayşin Alagöl
Page 0
AMAÇ: Karotis endarterektomileri serebrovasküler olayların engellenmesinde kabul edilmiş bir tedavidir. Emboli veya karotis klempi yüzünden meydana gelen inme, karotis endarterektomi uygulanan hastalarda en önemli perioperatif riski oluşturur. Karotis klempi süresince serebral iskemi ve hipoperfüzyon tespiti için kullanılan pek çok serebral monitorizasyon tekniği mevcuttur. Bispektral indeks (BIS), elektroensefalografiden türetilmiştir ve peroperatif serebral iskemi teşhisinde kullanılabilir. Bu çalışmada genel anestezi altındaki olgularda karotis klempi süresince BIS değişikleri ve nörolojik hasar ilişkisi araştırıldı.
YÖNTEMLER: Bu çalışma elektif koşullarda karotis arter cerrahisi geçirecek olgularda prospektif olarak planlandı. Toplam 28 olgunun operasyon öncesi özellikleri kaydedildi. Olgulara aynı anestezi protokolü ve monitorizasyon uygulandı. Tüm olgulara operasyon öncesi BIS monitorizasyonu uygulanarak, değerler bazal, indüksiyon sonrası, cerrahi başlangıcı, karotis klempi (KK) öncesi, KK’nın 1,2,3,5,7,10,15,17 ve 20. dakikalarında ve KK sonrası olarak kaydedildi. BIS değerleri ve gelişen nörolojik olayların ilişkisi incelendi.
BULGULAR: BIS seviyesi KK’nın sadece 2 ve 3. dakikalarında düştü. Bu azalma istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.05). Ancak takip eden dakikalar içinde hızla yükseldi. Klempin 1,5,7,10,15,17 ve 20. dakikalarında, klemp öncesi değere göre anlamlı bir fark olmadı. Olgularda nörolojik defisit gözlenmedi.
SONUÇ: Karotis cerrahisi için çeşitli serebral monitorizasyon yöntemleri vardır. Ancak serebral iskemi tespiti için mükemmel bir monitörden söz etmek mümkün değildir. Anestezist, beyin ve kalp için gerekli ortalama arter basıncının sağlanmasında çok dikkatli olmalıdır.
OBJECTIVE: Carotid endarterectomy (CE) is an established treatment in prevention of cerebrovascular events. A stroke is the most significant perioperative risk for patients undergoing CE due to the emboli or carotid cross-clamping. Several cerebral monitoring techniques are available for detection of cerebral hypoperfusion and ischemia during the carotid cross-clamping. The Bispectral index (BIS) is derived from the electroencephalography and may be useful for perioperative cerebral ischemia diagnosis. This study aimed at investigating the BIS changes and associated neurological deficitis during carotid cross-clamping in patients under general anesthesia.
METHODS: This study was planned prospectively for patients undergoing elective carotid surgery. Preoperative characteristics were recorded for all patients. The same general anaesthetic protocol and anaestheticmonitorization were performed for all patients. The BIS was used in all patients. BIS measurements were made and recorded at baseline, after induction, at the beginning of surgery, at preclamping, at the 1st,2nd,3rd,5th,7th,10th,15th,17th and 20th minutes of clamping and after declamping. The relation of BIS measurements and occurrence of neurologic events were analyzed.
RESULTS: The BIS levels decreased significantly only at the 2nd and 3rd minutes after the clamping (p<0.05). However, BIS measurements increased rapidly within later minutes. The BIS measurements did not increase signficantly at 1st,5th,7th,10th,15th,17th and 20th minutes after clamping. We did not observe neurological deficit in all patients.
CONCLUSION: Several cerebral monitoring modalities are available for carotid surgery. However, none of the monitors of cerebral ischaemia are perfect. Anaesthesiologists should be careful in order to provide sufficient mean arterial pressure for the brain and heart.

LookUs & Online Makale