ISSN 1305-5550 | e-ISSN 2548-0669
Göğüs-Kalp-Damar Anestezi ve Yoğun Bakım Derneği Dergisi - GKD Anest Yoğ Bak Dern Derg: 28 (1)
Cilt: 28  Sayı: 1 - 2022
1.
Ön Sayfalar
Frontmatters

Sayfalar I - X (368 kere görüntülendi)

ARAŞTIRMA
2.
Kardiak Cerrahi Sonrası FIB-4 İndeks Değerinin Morbidite ve Erken Mortalite ile İlişkisi: Retrospektif Çalışma
The Relationship of Post-Operative FIB-4 Index Value with Morbidity and Early Mortality in Cardiac Surgery: A Retrospective Study
Hülya Yılmaz Ak, Yasemin Özşahin, Mehmet Ali Yeşiltaş, Kerem Erkalp, Ziya Salihoğlu, Barış Sandal
doi: 10.14744/GKDAD.2022.34735  Sayfalar 1 - 6 (572 kere görüntülendi)
Amaç: Kardiyopulmoner baypas yapılan hastaların %10'unda bir miktar karaciğer hasarı görülmektedir. Fibrozis-4 (FIB-4) indeksi, karaciğer yet-mezliğini ve karaciğer fibrozunu saptamak için noninvaziv bir puanlama yöntemidir. Bu çalışmada, kalp cerrahisi hastalarında ameliyat sonrası er-ken dönemde ölçülen FIB-4 indeks değeri değişikliklerinin morbidite ve erken mortalite üzerine etkisinin incelenmesi amaçlandı.
Yöntem: Son iki yılda (2020-2021) standart sternotomi ile elektif koroner arter baypas greft cerrahisi geçiren 80 yaşın altındaki hastalar çalışmaya alındı. Çalışmada ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası dönemde ölçülen FIB-4 indeksinin ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası dönemdeki değişi-mi değerlendirildi. Hastaların demografik değerleri, perioperatif kompli-kasyonlar, kanama miktarı, verilen toplam sıvı miktarı ve kardiyovasküler baypas sırasındaki kan gazı değerleri kaydedildi.
Bulgular: Hastalar, FIB-4 indeksi 3,25'in altında (Grup 1) ve üstünde (Grup 2) olanlar olarak iki gruba ayrıldı. Grup 1 41 (%27,2) hastadan, grup 2 ise 110 (%72,8) hastadan oluşuyordu. Ortalama entübasyon süresi grup 2'de daha yüksek olmasına rağmen gruplar arasında anlamlı fark bulunmadı. Yoğun bakımda kalış süresi grup 2'de anlamlı olarak daha yüksekti (p=0,033). Otuz günlük mortalite karşılaştırıldığında gruplar ara-sında fark bulunmadı (p=0,684).
Sonuç: Kalp cerrahisi için önemli bir morbidite kriteri olan FIB-4 indeksi yüksek olan hastaların yoğun bakımda kalış süresinin daha uzun olduğu görüldü. Kalp cerrahisi hastalarında morbiditeyi tahmin etmede posto-peratif dönem FIB-4 indeksinin etkili olabileceğini düşünüyoruz.
Objectives: Hepatic injury is seen in 10% of patients who underwent cardiopulmonary bypass (CPB). The fibrosis-4 (FIB-4) index is a non-in-vasive scoring method for detecting liver failure and liver fibrosis. We aimed to examine the effect of FIB-4 index value changes, which is mea-sured in the early post-operative period, on morbidity and early mortal-ity in cardiac surgery patients.
Methods: All patients had undergone elective coronary artery bypass graft surgery with standard sternotomy in the 2 years and were included in the study. In our study, the change in the pre- and post-operative period of the FIB-4 index, which was calculated in the pre-operative and post-op-erative period, was examined. Patients’ demographic values, perioperative complications, amount of bleeding, total amount of fluid administered, and blood gas during cardiovascular bypass values were recorded.
Results: Patients were divided into two groups as those with FIB-4 index below 3.25 (Group 1) and above (Group 2). Group 1 consisted of 41 (27.2%) patients and Group 2 consisted of 110 (72.8%) patients. Although the mean time to intubate was higher in Group 2, no significant difference was found between the groups. The length of stay in the intensive care unit was significantly higher in Group 2 (p=0.033). When the 30-day mortality was compared, no difference was found between the groups (p=0.684).
Conclusion: It was observed that patients with high FIB-4 index have longer intensive care unit stay, which is an important morbidity criterion for cardiac surgery. We think that the post-operative period FIB-4 index may be effective in estimating morbidity in cardiac surgery patients.

3.
Tek Akciğer Ventilasyonunun Serebral Oksijenizasyon ve Nörokognitif Fonksiyonlar Üzerine Etkisi
The Effect of One-Lung Ventilation on Cerebral Oxygenation and Neurocognitive Functions
Kübra Taşkın, Gülten Arslan, Fatih Doğu Geyik, Cansu Akın, Recep Demirhan, Banu Çevik
doi: 10.14744/GKDAD.2022.32656  Sayfalar 7 - 14 (539 kere görüntülendi)
Amaç: Bu çalışmada, tek akciğer ventilasyonunun serebral oksijenizasyon ve nörokognitif fonksiyonlar üzerine etkisinin gösterilmesi amaçlandı. Yöntem: Prospektif planlanan bu çalışmaya torasik cerrahi geçirecek, bir saatten uzun süre tek akciğer ventilasyonu uygulanacak ASA I-III 50 has-ta dahil edildi. Preoperatif nörokognitif fonksiyonları değerlendirmek için standardize mini mental test uygulandı. Hastalar nondesatüre (n=32) ve desatüre (n=18) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Postoperatif üçüncü ve ye-dinci gün aynı test tekrarlandı.
Bulgular: Desatüre grubun yaş ortalaması, ASA skoru, cerrahi ve tek ak-ciğer ventilasyonu süresi nondesatüre gruptan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek, bazal rSO2 değerleri ise düşük bulundu (p<0,05). Her iki grupta postoperatif üçüncü günde standardize mini mental test değerle-rinde düşme gözlendi ancak düşmeler desatüre grupta üçüncü ve yedinci günlerde anlamlı bulundu (p=0,002, p=0,014). Desatüre grupta preopera-tif standardize mini mental test değerlerine göre postoperatif üçüncü ve yedinci gündeki yüzde değişimler ile bazale göre rSO2’de yüzde değişimler arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon saptandı. Kalp atım hızı ve end tidal CO2 değerleri de desatüre grupta düşük bulundu (p<0,05). Her iki grupta lateral dekübit pozisyonda ortalama arter basıncı ile rSO2 arasın-da pozitif yönde anlamlı korelasyon gözlendi.
Sonuç: Tek akciğer ventilasyonunda birçok mekanizmanın serebral de-satürasyona sebep olabileceğini; bunun serebral oksimetre ile yakın taki-binin gerektiğini ve böylelikle postoperatif nörokognitif disfonksiyonun ve diğer komplikasyonların önüne geçilebilir.
Objectives: It is aimed to show the effect of one-lung ventilation (OLV) on cerebral oxygenation and neurocognitive functions.
Methods: Fifty ASA I-III patients who will undergo thoracic surgery and OLV for more than 1 h were included in the prospective study. Standard-ized Mini-Mental State Examination (SMMSE) was applied to evaluate the pre-operative neurocognitive functions. The patients were divided into two groups as non-desaturation (n=32) and desaturation (n=18). The same test was repeated on the 3rd and 7th post-operative days. Results: Considering the mean age, ASA score, and duration of surgery and OLV of the desaturation group, it was found that the basal rSO2 val-ues were significantly higher than the non-desaturation group. In both groups, a decrease was observed in the SMMSE values on the post-opera-tive 3rd day, but the decreases were found to be significant on the 3rd and 7th days in the desaturation group. In the desaturation group, a statistically significant correlation was found between the percentage changes in the post-operative 3rd and 7th days according to the pre-operative SMMSE val-ues and the percentage changes in rSO2 compared to the baseline. There was a significant positive correlation between mean arterial pressure and rSO2 in the lateral decubitus position in both groups.
Conclusion: As a result, many conditions may cause cerebral desatu-ration in OLV; it is thought that this should be followed up closely by cerebral oximetry and thus post-operative neurocognitive dysfunction and other complications can be prevented.

4.
Akciğer Rezeksiyonu Sonrası Ortaya Çıkan Solunumsal Komplikasyonlar İçin Risk Faktörlerinin Değerlendirilmesi
Evaluation of Risk Factors for Respiratory Complications After Lung Resection
Yücel Özgür, Ayşe Ulukol
doi: 10.14744/GKDAD.2022.21704  Sayfalar 15 - 23 (430 kere görüntülendi)
Amaç: Solunumsal komplikasyonlar, akciğer rezeksiyonu sonrası mor-talite ve morbidite insidansını artırmada önemli bir yere sahiptir. Tercih edilen cerrahi yöntemin yanı sıra hastanın ameliyat öncesi medikal du-rumu komplikasyonun ciddiyetini belirler. Bu çalışmanın amacı, akciğer rezeksiyonu yapılan hastaların peroperatif özellikleri ile pulmoner komp-likasyon gelişimi arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir.
Yöntem: Çalışmada, 2017-2020 yılları arasında ameliyat edilen 1186 olgu geriye dönük olarak incelendi ve pulmoner komplikasyon gelişen 124 hasta belirlendi. Aynı dönemde, komplikasyon gelişmeyen ve ardışık ame-liyat edilen 215 hasta kontrol grubu olarak tanımlandı. Gruplar, pulmoner komplikasyonda risk faktörlerini değerlendirmek için karşılaştırıldı.
Bulgular: Yaş ortalaması 58,9±12,1 yıl (18-83 yıl) olan hastaların 278’i (%82) erkekti. Çalışmada 65 yaş üstü olmanın, erkek cinsiyetin, kronik kalp yetmezliği, koroner arter hastalığı ve kronik obstrüktif akciğer hasta-lığı varlığının, pnömonektominin, intraoperatif kan ürünleri kullanımının, kanamaya bağlı yeniden operasyonun, operasyon süresinin dört saatten fazla olmasının ve peroperatif inotrop kullanımının pulmoner komp-likasyon gelişimi açısından istatistiksel olarak anlamlı olduğu görüldü. Pulmoner komplikasyon için bağımsız değişkenler; intraoperatif inotrop kullanımı, preoperatif antikoagülan kullanımı, kanamaya bağlı revizyon, yüksek “Sequential Organ Failure Assessment (SOFA)” skoru, düşük birinci saniyedeki zorlu ekspiratuvar volüm 1 (FEV1) ve düşük preoperatif he-moglobin değerleri olarak bulundu.
Sonuç: Akciğer rezeksiyonu sonrası ortaya çıkan pulmoner komplikasyon-da birçok risk faktörü tanımlanmıştır. Bu çalışmada, pulmoner komplikas-yon için bağımsız risk faktörleri; intraoperatif inotrop kullanımı, preoperatif antikoagülan kullanımı, kanama nedeniyle revizyon, yüksek SOFA skoru, düşük FEV1 ve düşük preoperatif hemoglobin değerleri olarak tespit edildi.
Objectives: Respiratory complications are an important contributor to morbidity and mortality following lung resection. The surgical tech-niques used and the patient’s pre-operative medical condition deter-mine the severity of complications. The aim of this study is to evaluate the relationship between the perioperative characteristics of patients undergoing lung resection and the development of pulmonary com-plications (PC).
Methods: We retrospectively reviewed the records of 1186 patients who underwent lung resections between 2017 and 2020 and identified 124 patients who developed PC. A group of 215 consecutive patients who underwent surgery during the same period and did not develop complications were included as the control group. The groups were compared to evaluate risk factors for PC.
Results: The patients had a mean age of 58.9±12.1 (range, 18-83) years and 82% were men (n=278). Factors significantly associated with PC were age over 65 years, male sex, presence of chronic heart failure, coronary artery disease, and chronic obstructive pulmonary disease, undergoing pneumonectomy, intraoperative use of blood products, reoperation due to bleeding, operative time longer than 4 h, and intraoperative inotrope use. Independent variables for PC were intraoperative inotrope use, pre-operative anticoagulant use, revision due to hemorrhage, high Sequential Organ Failure Assessment (SOFA) score, low Forced Expiratory Volume in the 1st s (FEV1), and low preoperative hemoglobin values.
Conclusion: This study demonstrated the presence of many risk factors for PC after lung resection. In our study, independent risk factors for PC; intraoperative inotropic use, preoperative anticoagulant use, revision due to bleeding, high SOFA score, low FEV1, and low preoperative he-moglobin values were observed.

5.
Yoğun Bakım Ünitesinde Yelken Göğüs Tanılarıyla Takip Edilen Hastaların Yönetimi
Management of Patients with Flail Chest Diagnose in the Intensive Care Unit
Mehmet Duran, Ömer Cenap Gülyüz, Nurgül Çetgen, Mehmet Şirin Mağaç
doi: 10.14744/GKDAD.2022.55376  Sayfalar 24 - 28 (780 kere görüntülendi)
Amaç: Toraks travmalarına bağlı gelişen yelken göğüs; ciddi morbidi-te ve mortalite sebebidir. Bu çalışmada, yelken göğüs tanısıyla takip ve tedavi edilen hastaların yoğun bakım ünitesinde ve hastanede kalış sü-releri ile mekanik ventilasyonda geçirdikleri süreye etki eden faktörlerin araştırılması amaçlandı.
Yöntem: Bu çalışma geriye dönük olarak tasarlandı. Tedavi yönteminin (medikal/cerrahi), demografik verilerin, hemotoraks ve pnömotoraks ge-lişiminin, mekanik ventilatörde geçen sürenin ve yoğun bakım ünitesin-de kalma süresinin taburculuk süresine etkileri incelendi.
Bulgular: Otuz hasta çalışmaya dahil edildi. Yaş ortalaması 50,1±20,6 (5’i kadın, 25’i erkek) yıl idi. Hastaların 18’i (%60) medikal tedavi, 12’si (%40) cerrahi tedavi alıyordu. Cerrahi tedavi alan has-talarda mekanik ventilatöre bağlanma oranı daha yüksek olmasına rağmen mekanik ventilatörde kalış süresi daha kısa bulundu. Erkek hastalarda ve hemotoraks gelişen hastalarda hastanede kalış süresi daha uzun tespit edildi.
Sonuç: Yelken göğüs tanısıyla takip edilen hastalarda yoğun bakım ünitesinde ve hastanede, mekanik ventilatörde kalış sürelerini etkileyen faktörler incelendiğinde; cerrahi kot fiksasyonu uygulanan hastalarda mekanik ventilasyonda kalma süresinin kısaldığı, hemotoraks gelişen hastalarda ve erkek hastalarda ise hastanede kalma süresinin uzadığı görüldü.
Objectives: Flail chest due to thoracic trauma causes serious morbidity and mortality. We aimed to investigate the factors affecting the length of stay in the intensive care unit and hospital and the time spent on mechanical ventilation in patients who were followed up and treated with the diagnosis of flail chest.
Methods: Our study was designed retrospectively. The effects of the treatment method (medical/surgical), demographic data, development of hemothorax and pneumothorax, time spent on mechanical ventila-tor, and duration of stay in the intensive care unit on the duration of discharge were examined.
Results: A total of 30 patients were included in the study. The mean age was 50.1±20.6 (5 females-25 males). The number of those who received medical treatment was 18 (60%), and surgical treatment was 12 (40%). Although the rate of being connected to a mechanical ventilator was higher in those who received surgical treatment, the duration of stay on the mechanical ventilator was found to be shorter. Longer hospital stay was found in male patients and patients who developed hemothorax.
Conclusion: When the factors affecting the length of stay in the inten-sive care unit, hospital and mechanical ventilator in patients followed up with the diagnosis of flail chest are examined; It was observed that the duration of mechanical ventilation was shortened in patients who underwent surgical rib fixation and the duration of hospitalization was prolonged in patients with hemothorax and in male patients.

6.
Toraks Cerrahisi Hastalarında Santral Venöz Kateter Malpozisyonlarının Retrospektif İncelenmesi
Retrospective Evaluation of Central Venous Catheter Malpositions in Thoracic Surgery Patients
Umut Kara, Mehmet Emin İnce, Merve Şengül İnan, Fatih Şimşek, Gökhan Özkan, Serkan Şenkal, Ahmet Coşar
doi: 10.14744/GKDAD.2022.22043  Sayfalar 29 - 35 (589 kere görüntülendi)
Amaç: Toraks cerrahisi ameliyatlarında çeşitli endikasyonlarla santral ve-nöz kateter yerleştirilmekte ve postoperatif erken dönemde akciğer grafisi çekilmektedir. Çalışmanın amacı, santral venöz kateter yerleştirilen toraks cerrahisi yapılan hastalardaki kateter malpozisyonlarının insidansını belir-lemektir.
Yöntem: Göğüs cerrahisi kliniği tarafından ameliyat edilen hastaların (beş yıl) akciğer grafileri incelendi. Alt süperior vena kavadan atriyokaval bileşkeye kadar olan bölge “pozisyon 1”, orta-üst süperior vena kava böl-gesi “pozisyon 2”, sağ atriyum “pozisyon 3”, bu bölgeler dışındaki bölgeler “pozisyon 4” olarak adlandırıldı. Pozisyon 1 “malpozisyon yok”, pozisyon 2, 3 ve 4 “malpozisyon var” olarak değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmada 392 hastanın verileri değerlendirildi. En fazla malpozisyon sol internal juguler ven (%73,9) ve sol subklavyen venden (%62,2) yerleştirilen kateterlerde tespit edildi. Tüm kateterlerin %50,2’si-nin uygun pozisyonda yerleşim gösterdiği saptandı. Santral venöz kate-ter ucu pozisyonlarına göre santral venöz kateter giriş yerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edildi (p<0,001). Soldan yerleştirilen kateterlerin malpozisyonlarının karinanın yukarısında pozisyon 2’de ol-duğu, sağdan yerleştirilen kateterlerin malpozisyonlarının ise daha fazla oranda sağ atriyumda pozisyon 3’te olduğu belirlendi.
Sonuç: Santral venöz kateterlerin istenilen pozisyon dışında yerleşim gös-termesi göz ardı edilmesine rağmen sık olarak karşılaşılan bir durumdur. Malpozisyona yol açabilecek faktörlerin bilinmesi ve buna uygun önlemle-rin alınmasının malpozisyon riskini azaltabileceğini düşünmekteyiz.
Objectives: Central venous catheter (CVC) placement is a common procedure performed in thoracic surgery practice and in the early post-operative period, a chest X-ray is a routine procedure. The aim of this study was to investigate the prevalence of CVC tip malpositions in tho-racic surgery patients.
Methods: Chest radiographs of patients who were operated on by tho-racic surgeons for 5 years were examined. The region between the lower superior vena cava and the atriocaval junction was assigned as “Position 1,” the middle-upper superior vena cava region was assigned as “Position 2,” the right atrium was assigned as “Position 3,” and the regions outside of these were assigned as “Position 4.” Position 1 was evaluated as “no malpo-sition.” Positions 2, 3, and 4 were evaluated as “there is malposition.”
Results: The data of 392 patients were evaluated. Catheters inserted in the left internal jugular vein had the most malposition (73.9%), followed by the catheters inserted in the left subclavian vein (62.2%). A number of 50.2% of catheters were evaluated to be in the right positions. Accord-ing to the CVC tip positions, there was a statistically significant difference between CVC insertion sites (p<0.001). Malpositions of catheters placed from the left were found to be in Position 2, whereas malpositions of cath-eters placed from the right were found to be in Position 3. Conclusion: The prevalence of CVC tips outside of the recommended location is a common that is often overlooked. Understanding the fac-tors that may lead to malposition and implementing appropriate mea-sures, we believe and will lessen the risk of malposition.

7.
COVID-19, Yoğun Bakım Ünitesindeki Octogenarian ve Nonagenerian Popülasyonda Daha Şiddetli ve Ölümcül Olabilir
COVID-19 Could Be More Severe and Fatal in the Octogenarian and Nonagenarian Population in Intensive Care Unit
Behiye Deniz Kosovali, Büşra Tezcan, Nevzat Mehmet Mutlu, Seval İzdeş
doi: 10.14744/GKDAD.2022.39259  Sayfalar 36 - 41 (496 kere görüntülendi)
Amaç: Bu çalışmada, “Coronavirus Disease-2019 (COVID-19)”a yakala-nan yoğun bakım hastalarını octogenarian ve nonagenarian grup ve 80 yaşından genç hastalar olarak gruplandırarak demografik ve klinik özel-liklerinin, yoğun bakımdaki destek tedavilerinin, mortalite oranlarının ve mortaliteye etkili faktörlerin belirlenmesi hedeflendi.
Yöntem: Retrospektif gözlemsel bu çalışmaya, 19 Mart 2020-31 Mart 2021 tarihleri arasında COVID-19 yoğun bakım ünitelerinde yatan po-limeraz zincir reaksiyonu pozitifliği ile COVID-19 tanısı alan ≥18 yaş has-talar dahil edildi.
Bulgular: Polimeraz zincir reaksiyonu pozitif 1004 hastanın %58,7’si er-kek, en genç hasta 20, en yaşlı hasta 100 yaşındaydı. Grup 1’de (20-79 yaş) 738, grup 2’de (≥80 yaş) 266 hasta vardı. Cinsiyet, akut fizyoloji ve kronik sağlık değerlendirmesi II (APACHE II) skoru, entübasyon ihtiyacı, vazop-resör/inotrop ihtiyacı ve bakım ihtiyacı olan hastalar grup 2’de daha faz-laydı (hepsi için p<0,001). Sadece grup 1’deki hastalara ekstrakorporeal membran oksijenasyonu uygulandı. Hipertansiyon, kardiyovasküler sis-tem, solunum sistemi ve nörolojik hastalıklar, komorbidite sayısı ve mor-talite oranı grup 2'de anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla; p<0,001, p=0,001, p=0,006, p<0,001, p<0,001, p<0,001). Yaş, erkek cinsiyet, hipertansiyon, entübasyon ve vazopresör/inotrop ihtiyacı mortalite prediktörleri olarak belirlendi.
Sonuç: COVID-19, yoğun bakım ünitesindeki octogenarian ve nonage-narian popülasyonda daha şiddetli ve ölümcül olabilir.
Objectives: In this study, it was aimed to determine demographic and clinical characteristics, supportive treatments in intensive care unit (ICU), mortality rates and factors affecting mortality by grouping COVID-19 in-tensive care patients as octogenarian and nonagenarian groups, and patients younger than 80-years-old.
Methods: The patients aged ≥18 years diagnosed with COVID-19 with PCR positivity in ICUs between March 19, 2020 and March 31, 2021 were included in this retrospective observational study.
Results: Of the 1004 PCR positive patients, 58.7% were male. The youngest patient was 20, the oldest patient was 100-years-old. There were 738 patients in Group 1 (20-79 years) and 266 patients in Group 2 (≥80 years). Between the two groups, gender, APACHE II score, need for intubation, need for vasopressor/inotrope, and patients in need of care were higher in Group 2 (p<0.001 for all). Only the patients in Group 1 were established ECMO. Hypertension (HT), cardiovascular, respira-tory and neurological diseases, number of comorbidity, and mortality rate were higher significantly in Group 2 (p<0.001, p=0.001, p=0.006, p<0.001, p<0.001, and p<0.001; respectively). Age, male gender, HT, in-tubation, and vasopressor/inotrope requirement were found to be pre-dictors of mortality.
Conclusion: COVID-19 may have a more severe and fatal course in the octogenerian and nonagenerian age group with high comorbidity in the ICU.

8.
COVID-19 Pandemisi ve COVID-19 Normalleşme Döneminde Anesteziyoloji Uygulamaları Farkındalığı
Awareness of Anesthesiology Practices in the Coronavirus Disease 2019 Pandemic and Coronavirus Disease 2019 Normalization Period
Yasir İlyas, Ali Akdoğan, Ahmet Can Şenel
doi: 10.14744/GKDAD.2021.27676  Sayfalar 42 - 49 (370 kere görüntülendi)
Amaç: Dünya Sağlık Örgütü 11 Mart 2020 tarihinde, yeni koronavirüsü (COVID-19) küresel bir salgın olarak ilan etti. Bu çalışma, anesteziyoloji ve reanimasyon hekimlerinin pandemi döneminde Türkiye Cumhuri-yeti Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan anesteziyoloji uygulama-larına ilişkin bilgilerini, Türkiye'deki farkındalıklarını değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
Yöntem: Tanımlayıcı kesitsel tipteki bu çalışmaya, Türk Anesteziyoloji ve Reanimasyon Derneği üyesi 2834 anestezi uzmanı hekim dahil edilmiş-tir. Veriler, ulusal ve yerel etik kurul onayından sonra SurveyMonkey (San Mateo, CA) web sitesi tarafından hazırlanan bir anket formu kullanılarak sekiz hafta boyunca çevrimiçi olarak toplanmıştır.
Bulgular: Çalışmaya 332 hekim (araştırma görevlileri ve uzman he-kimler) dahil edilmiştir. 18 katılımcı sadece onam verdiği ve soruları yanıtlamadığı için çalışmadan çıkarıldı. Katılımcıların pandemi döne-minde korunma olanaklarına ilişkin farkındalık düzeylerinin yüksek, ameliyathaneye hazırlık ve vaka yönetimine ilişkin farkındalık düzeyle-rinin düşük, normalleşme sürecini anlama düzeylerinin yüksek olduğu belirlendi.
Sonuç: Anesteziyoloji ve reanimasyon doktorları, COVID-19 perioperatif yönetimi konusunda orta düzeyde bir anlayışa ve farkındalığa sahipti. Hekimlerin kişisel koruyucu ekipman (KKE), ekipman dezenfeksiyon protokolü ve genel anestezi için algoritmalar konusunda yetersiz bil-giye sahip oldukları gözlemlendi. Güncel bilgilere erişimin daha kolay olduğu günümüzde, COVID-19 pandemisini yöneten anesteziyoloji ve reanimasyon hekimleri arasında bilgi ve farkındalığın en üst düzeyde tu-tulması, eğitimlerin sürekliliğinin sağlanması, ekip üyelerine aktarılması ve taşınması kritik önem taşımaktadır.
Objectives: On March 11, 2020, the World Health Organization declared the new coronavirus disease 2019 (COVID-19) as a global epidemic. This study aims to assess anesthesiology and reanimation physicians’ knowl-edge of the anesthesiology practices published by the Turkish Republic Ministry of Health during pandemic period, their awareness in Turkey.
Methods: This descriptive cross-sectional study included 2834 anes-thesiologist physicians who are members of Turkish Society of Anesthe-siology and Reanimation. Data were collected online over 8 weeks using a questionnaire form by SurveyMonkey (San Mateo, CA) website after national and local ethics committee approval.
Results: The study included 332 physicians (research associates and spe-cialist physicians). Eighteen participants were excluded from the study since they merely gave their consent and did not respond to the questions. It was determined that participants’ level of awareness about the possi-bilities of protection during the pandemic period was high, a low level of awareness about preparation for the operating room and case manage-ment, and a high level of understanding about the normalization period.
Conclusion: Anesthesiology and reanimation physicians had a mod-erate understanding and awareness of COVID-19 perioperative man-agement. Physicians were observed to have inadequate knowledge of algorithms for personal protective equipment, equipment disinfection protocol, and general anesthesia. In this era of easier access to the cur-rent information, it is critical to maintaining the highest level of knowl-edge and awareness among anesthesiology and reanimation physi-cians who manage the COVID-19 pandemic, to ensure the continuity of training to transfer them to team members, and to carry out procedures following the recommendations.

9.
COVID-19 Mortalitesinin Nedenleri ve Nötrofil-Lenfosit Oranının Prognostik Etkisi
Causes of COVID-19’s Mortality and Prognostic Effect of Neutrophile-Lymphocyte Ratio
Mesut Öterkuş, Leman Acun Delen
doi: 10.14744/GKDAD.2021.94834  Sayfalar 50 - 55 (387 kere görüntülendi)
Amaç: Bu çalışmada nötrofil-lenfosit oranının prognostik değerini ve yaş, cinsiyet ve komorbiditelerin mortalite üzerine etkisini araştırmayı amaçladık.
Yöntem: Çalışmamıza bilgisayarlı toraks tomografisinde buzlu cam opa-sifikasyonu olan ve Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR) testi pozitif olan 100 hasta dahil edildi. Hastaların demografik verileri, laboratuvar verileri ve komorbiditeleri kaydedildi.
Bulgular: Çalışmaya katılan hastaların 65'i (%65) erkekti. Hastala-rın yaş ortalaması 66 (21,5) idi. Mortalite oranı %27 olarak bulundu (n=27) Yüksek nötrofil-lenfosit oranı, düşük lenfosit sayısı, yüksek üre ve kreatin seviyeleri mortalite açısından anlamlıydı. Ayrıca ileri yaş, diabetes mellitus ve hipertansiyon da mortaliteyi etkileyen diğer faktörlerdir.
Sonuç: Nötrofil-lenfosit oranı basit ve ekonomik olduğu için yalnızca bir prognostik belirteç olarak kullanılabilir.
Objectives: In this study, we aimed to investigate the prognostic value of the neutrophile-lymphocyte ratio and the effects of age, gender, and comorbidities on mortality.
Methods: In our study, 100 patients who had a ground-glass opacifica-tion on computed thorax tomography and who had a positive poly-merase chain reaction test were included in our study. Demographic data, laboratory data and comorbidities of the patients were recorded. Results: Sixty-five (65%) of the patients participating in the study were male. The mean age of the patients was 66 (21.5). The mortality rate was found to be 27% (n=27) High neutrophile-lymphocyte ratio, low lympho-cyte count, high urea, and creatin levels were significant in terms of mor-tality. In addition, advanced age, diabetes mellitus, and hypertension are other factors that have an impact on mortality.
Conclusion: The neutrophile-lymphocyte ratio can solely be used as a prognostic marker because it is simple and economical.

10.
COVID-19 sonrası olan ve COVID-19 dan bağımsız oluşmuş Yüksek Riskli Pulmoner Emboli Hastalarının Karşılaştırılması
Comparison of High-Risk Pulmonary Embolism Patients with and without COVID-19
Bengü Şaylan, İsmail Selçuk, Bülent Barış Güven, Tayfun Çalışkan, Nehir Selçuk, İnsa Gül Ekiz İşcanlı
doi: 10.14744/GKDAD.2022.32848  Sayfalar 56 - 63 (479 kere görüntülendi)
Amaç: “Coronavirus Disease-2019 (COVID-19)” pandemisi sırasında pulmoner emboli olgularında önemli bir artış oldu. Bu çalışmada, yük-sek riskli pulmoner emboli tanısıyla tedavi edilen hastalarda COVID-19 pozitifliğinin morbidite ve mortalite üzerine etkilerinin karşılaştırılması amaçlandı.
Yöntem: Bu tek merkezli gözlemsel çalışmada, 1 Ocak 2019-1 Ocak 2021 tarihleri arasında merkezimize pulmoner emboli tanısıyla sevk edi-len hastalar geriye dönük olarak değerlendirildi. Avrupa Kardiyoloji Der-neği pulmoner emboli kılavuzlarına göre orta ve düşük riskli pulmoner emboli hastaları, bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiyografi yapılmayan veya tedaviyi kabul etmeyen hastalar çalışma dışı bırakıldı. Çalışmaya alınan hastalar COVID-19 olan ve olmayan olarak iki gruba ayrılarak de-mografik veriler, komorbiditeler, semptomlar, pulmoner arter dışındaki damarlarda tromboembolizm, laboratuvar parametreleri, tedaviler ve prognoz karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışma süresi boyunca toplam 384 pulmoner emboli olgusu tespit edildi. Bunlardan orta veya düşük risk kategorisindeki 322 olgu, bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiyografi yapılmayan 21 olgu ve trom-bolitik tedaviyi kabul etmeyen bir olgu çalışma dışı bırakıldı. Toplam 40 olgu dahil edildi. COVID-19 olan ve olmayan gruplar sırasıyla 23 ve 17 hastadan oluşuyordu. COVID-19 olan hastalar grubunda inflamatuvar belirteçler daha yüksek, Wells skoru daha düşük ve pulmoner arter dışın-daki damarlarda daha fazla tromboembolizm görüldü. Diğer laboratuvar parametreleri, demografik veriler, komorbiditeler, semptomlar, tedavi ve prognoz açısından iki grup benzerdi.
Sonuç: COVID-19'un pulmoner emboli etiyolojisinde yer alması mor-taliteyi değiştirmezken, inflamasyonu önemli ölçüde artırarak pulmo-ner alan dışında hem venöz hem de arteriyel sistemlerde daha fazla tromboz gelişimine neden olabilir. Ancak çalışmamızda COVID-19 pul-moner emboli olgularında Wells skorlarının düşük olması, COVID-19 hastalarında pulmoner emboli riskini tespit etmek için yeni klinik de-ğerlendirme araçlarına ihtiyaç olduğunu göstermektedir.
Objectives: There has been a significant increase in pulmonary embolism (PE) cases during the coronavirus disease of 2019 (COVID-19) pandemic. In this study, we aimed to compare the effects of COVID-19 positivity on morbidity and mortality in patients treated with a diagnosis of high-risk PE.
Methods: In this single-center and observational study, patients who were referred to our center with the diagnosis of PE between January 1, 2019 and 2021 were retrospectively evaluated. Patients with moder-ate- and low-risk PE according to the European Society of Cardiology PE guidelines, those who did not undergo computed tomography pul-monary angiography (CTPA) or the ones who did not accept treatment were excluded from the study. The patients included in the study were divided into two groups, as those with and without COVID-19, and com-pared in terms of demographic data, comorbidities, symptoms, throm-boembolism in vessels other than the pulmonary artery, laboratory pa-rameters, treatments, and prognosis.
Results: A total of 384 PE cases were identified during the study pe-riod. Among them, 322 cases that were in the intermediate or low-risk category, 21 cases who did not undergo CTPA, and one case who did not accept thrombolytic therapy were excluded from the study. A total of 40 cases were included in the study. The groups with and without COVID-19 consisted of 23 and 17 patients, respectively. In the group of patients with COVID-19, inflammatory markers were higher, Wells score was lower, and thromboembolism was seen in vessels other than the pulmonary artery. The two groups were similar in terms of other labo-ratory parameters, demographic data, comorbidities, symptoms, treat-ment, and prognosis.
Conclusion: While the involvement of COVID-19 in PE etiology does not change mortality, it may cause more thrombosis development in both venous and arterial systems outside the pulmonary area by sig-nificantly increasing inflammation. However, the lower Wells scores in COVID-19 PE cases in our study indicate that new clinical assessment tools are needed to detect PE risk in COVID-19 patients.

11.
Poliklinik Hastalarında Post-COVID-19 Göğüs Ağrısı ve Dispne’nin Speckle Tracking Ekokardiyografi ile Değerlendirilmesi
Evaluation of Chest Pain and Dyspnea Symptoms Using Speckle-Tracking Echocardiography in Patients Recovering from COVID-19
Timor Omar, Doğan İliş, Yusuf Oflu, Muammer Karakayalı, Halil Murat Bucak, İnanç Artaç
doi: 10.14744/GKDAD.2022.24654  Sayfalar 64 - 69 (429 kere görüntülendi)
Amaç: Son zamanlarda hekimler, “Coronavirus Disease-2019 (CO-VID-19)” hastalığını geçirdikten sonra göğüs ağrısı ve nefes darlığı şikâ-yeti olan çok sayıda hastayla karşılaşmaktadır. Bununla birlikte, bu semp-tomların kardiyovasküler sistem patolojisiyle ilişiği de tam olarak açıklığa kavuşmadı. Bu sebeple, COVID-19 sonrası göğüs ağrısı ve dispnesi olan poliklinik hastalarında kalp fonksiyonlarının 2D speckle tracking ekokar-diyografi (2D-STE) kullanılarak değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem: Bu kesitsel çalışmaya, 15 Haziran 2021-15 Temmuz 2021 tarih-leri arasında kardiyoloji polikliniğine başvuran ardışık hastalar alındı. Baş-vurudan 1-2 ay önce COVID-19’dan iyileşen toplam 78 hasta çalışmaya dahil edildi. Tüm hastaların elektrokardiyografisi ve 2D-STE görüntüleri incelendi. Bulgular, cinsiyet ve yaş bakımından benzer olan 67 sağlıklı yetişkinden oluşan kontrol grubuyla karşılaştırıldı.
Bulgular: Ortanca yaş 38 (IQR: 34-45) idi ve hastaların %64,1'i kadındı. Laboratuvar, elektrokardiyografi ve ekokardiyografi bulguları açısından hasta ve kontrol grubu arasında anlamlı fark bulunamadı. Ayrıca hem hasta hem de kontrol gruplarında sol ventrikül global longitudinal strain ölçümleri normal sınırlar içindeydi ve anlamlı bir fark göstermedi (-20,5 [-21,8- -17,9] vs. -19,8 [-21,4- -18,9], p=0,894).
Sonuç: COVID-19 geçiren hastaların göğüs ağrısı ve dispne şikayetleri, COVID-19 hastalığını ayakta atlatan genç erişkinlerde olası kardiyovaskü-ler tutulum ile ilişkili değildir.
Objectives: At present, clinicians face plenty of patients complaining of post-COVID-19 chest pain and dyspnea. However, it remains to be seen if these symptoms indicate pathology of the cardiovascular system. We aimed to evaluate heart functions in outpatients with post-COVID-19 chest pain and dyspnea, using 2D speckle-tracking echocardiography (2D-STE).
Methods: This cross-sectional study recruited consecutive patients who presented to cardiology outpatient clinics between June 15, 2021, and July 15, 2021. A total of 78 patients had recovered from COVID-19 1-2 months before admission were included in the study. ECG and echo-cardiography, including 2D-STE images, were obtained for all patients. Findings were compared with sex- and an age-matched control group of 67 healthy adults.
Results: The median age was 38 (IQR, 34-45) years, and 64.1% were fe-male. There were no significant differences between the patients and control group regarding laboratory, ECG, and echocardiography findings. Moreover, the left ventricle global longitudinal strain measurements in both the patient and control groups were within the normal ranges and did not show a significant difference (-20.5 [-21.8- -17.9] vs. -19.8 [-21.4--18.9], p=0.894).
Conclusion: Post-COVID-19 chest pain and dyspnea are unlikely signs of cardiovascular involvement in outpatient young adults who have not been hospitalized with COVID-19.

12.
Genel Anestezi Altında Laparoskopik Bariyatrik Cerrahi Geçiren Hastalarda Atelektazi Sıklığının Transtorasik Akciğer Ultrasonu ile Gösterilmesi
Evaluation of the Frequency of Atelectasis by Transthoracic Lung Ultrasound in Patients Undergoing Laparoscopic Bariatric Surgery Under General Anesthesia
Derya Erol, Mustafa Kemal Arslantaş, Gülbin Töre Altun, Pelin Çorman Dinçer, Elif Aslı Karadeniz, Hilmi Ömer Ayanoğlu
doi: 10.14744/GKDAD.2022.74317  Sayfalar 70 - 80 (623 kere görüntülendi)
Amaç: Hem obezite hem de laparoskopik cerrahi yöntemler atelektazi için predispozan faktörlerdir. Bu nedenle çalışmada, laparoskopik bari-yatrik cerrahi geçiren hastalarda akciğer ultrasonu ile atelektazi gelişimi-nin ve insidansının değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem: Prospektif gözlemsel bu çalışmaya, laparoskopik bariyatrik cer-rahi uygulanan, 18-65 yaş arası, beden kitle indeksi ≥30 kg/m2, ASA II-III olan 143 hasta dahil edildi. Akciğer ultrasonu protokolüne göre ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası birinci saatte her iki hemitoraksta toplam 12 alan (üst ve alt bölgelere ayrılan ön, yan ve arka alanlar) tarandı. Perio-peratif dönemde vital değerler ve mekanik ventilasyon değerleri kayde-dildi. Görüntüler akciğer ultrasonu kullanımında deneyimli iki anestezi uzmanı tarafından modifiye akciğer ultrasonu skorlama sistemine (LUS) göre kör olarak değerlendirildi.
Bulgular: Ameliyat öncesi ve sonrası LUS skorları karşılaştırıldı-ğında her iki ön üst alan hariç tüm alanlarda LUS skorunda artış gözlendi (p<0,001). Bu artış özellikle akciğerlerin arka ve alt kısımla-rında daha belirgindi. Atelektazi gelişme sıklığı %81,1 idi. Entübas-yon sonrasına göre pnömoperitonyum süresince ve postoperatif dönemdeki pCO2 değerleri artarken (p<0,001), pO2 değerleri azaldı (p<0,001). Pnömoperitonyumla Ppeak değerleri artarken kompliyans değerleri azaldı.
Sonuç: Akciğer ultrasonu obez hastalarda atelektazi tanısında kullanı-labilir. Laparoskopik bariyatrik cerrahi uygulanan hastalarda atelektazi yüksek oranda görülmektedir.
Objectives: Both obesity and laparoscopic surgical methods are pre-disposing factors for atelectasis. We aimed to evaluate with lung ultra-sound (US), the incidence and location of atelectasis in patients under-going laparoscopic bariatric surgery.
Methods: Patients (n=143) between the ages of 18 and 65, BMI ≥30, and ASA 2-3 who underwent laparoscopic bariatric surgery were in-cluded in our prospective observational study. According to the lung US protocol, a total of 12 areas (anterior, lateral, and posterior areas divided into upper and lower regions) were scanned in both hemithorax preop-eratively and in the 1st h after surgery. In the perioperative period, vital parameters and mechanical ventilation parameters were recorded. The images were evaluated blindly by two anesthesiologists experienced in lung US according to the modified lung US scoring system (LUS).
Results: When the pre-operative and post-operative LUS scores were compared, we observed an increase in the LUS score in all areas except for both anterior upper areas (p<0.001). This increase was more pro-nounced, especially in the posterior and inferior parts of the lungs. We found the frequency of atelectasis to be 81.1%. The pCO2 values were increased (p<0.001) while the pO2 values were decreased (p<0.001) dur-ing the pneumoperitoneum and post-operative period as compared to the post-intubation period. During pneumoperitoneum, Ppeak values were increased while compliance values were decreased.
Conclusion: Lung US can be used in the diagnosis of atelectasis in obese patients. Atelectasis is seen at a high rate in patients undergoing laparoscopic bariatric surgery.

13.
Transözefageal Ekokardiyografide Artefakt İnsidansı ve Etiyolojisi
The Incidence and Etiology of Artifacts in Transesophageal Echocardiography
Gülbin Töre Altun, Alper Kararmaz, Zuhal Aykaç
doi: 10.14744/GKDAD.2022.84834  Sayfalar 81 - 88 (753 kere görüntülendi)
Amaç: Perioperatif transözefageal ekokardiyografi sırasında ortaya çıkan artefaktlar, hatalı veya eksik tanıya, sonuçta da yanlış tedavi ya da cerrahi yönlendirmeye neden olabilir. Bu çalışmada, perioperatif transözefageal ekokardiyografi görüntülemesi sırasında ortaya çıkan artefaktların insi-dansının, cinsinin ve etiyolojilerinin araştırılması amaçlandı.
Yöntem: Kalp cerrahi operasyonu uygulanan hastaların kaydedilmiş transözefageal ekokardiyografi kayıtları ekokardiyografi cihazının arşi-vinden tarandı. Görüntülerde oluşan artefaktın tipi ve artefakta neden olan faktörler kaydedildi.
Bulgular: Çalışmada, 50’si erkek, 36’sı kadın toplam 86 hastanın görün-tüleri tarandı. Doksan dördü sabit, 764’ü hareketli görüntü olmak üzere toplam 858 pencere izlendi. Artefakt içeren 159 (%19) görüntü vardı ve en sık gözlenen artefakt akustik gölgelenmeydi (p<0,05). Çizgisel arte-fakt ve kuyruklu yıldız görünümü insidansı da diğer artefaktlara göre is-tatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksekti (p<0,05). Akustik gölgelenme olan olgularda etiyolojik faktörler incelendiğinde 28 (%64) olguda anülüs ve ringler, 9 (%20) olguda kalsifikasyonlar ve 7 (%16) olguda da kateter-lerin bu artefakta neden olduğu saptandı. Anülüs ve ringlerden kaynaklı artefakt insidansı istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksekti (p<0,05). Kuyruklu yıldız artefaktı araştırmamızda 30 (%19) olguda mevcuttu ve etiyolojik faktörler sırasıyla %66 aortik plak, %17 hava kabarcıkları ve %17 prostetik kapaklar olarak tespit edildi (p<0,05).
Sonuç: İncelediğimiz transözefageal ekokardiyografi görüntülerinin yaklaşık beşte biri artefakt içermekteydi. Bu artefaktlar içinde en sık göz-lenenler akustik gölgelenme, çizgisel artefakt ve kuyruklu yıldız görünü-müydü. Etiyolojik faktörler sıklıkla kalp içindeki yabancı materyaller ve kalsifikasyonlardı.
Objectives: Artifacts encountered during perioperative TEE may lead to misdiagnosis or underdiagnosis, which may ultimately result in wrong treatment and surgical referral. In our study, we aimed to inves-tigate the incidence, type, and etiology of artifacts encountered during perioperative TEE imaging.
Methods: TEE images that were acquired during cardiovascular sur-geries are retrieved from the echocardiography machine archives and evaluated. The type and factors leading to artifacts in the images are recorded.
Results: The images of 86 patients (male n: 50 and female n: 36) were evaluated. A total of 858 windows, of which 94 were stable and 764 were immobile, were evaluated. The artifacts were present in 159 (19%) of the images. The most prominent artifact was acoustic shadowing (p<0.05). The incidence of linear artifact and comet-tail artifact was sta-tistically significantly high as compared to other artifacts. The etiologic factors leading to acoustic shadowing were revealed as annulus and rings in 28 cases (64%), calcifications in 9 cases (20%), and catheters in 7 cases (16%). The incidence of artifacts caused by annulus and rings was statistically significantly high (p<0.05). Comet tail artifact was present in 30 cases (19%) and aortic plaque, air bubbles, and prostatic valves (66%, 17%, and 17%, respectively) were the leading etiologic factors in its formation (p<0.05).
Conclusion: Approximately one-fifth of the TEE images that we exam-ined contained artifacts. Acoustic shadowing, linear artifact, and comet tail appearance were the most frequently observed artifacts. Etiological factors were often foreign materials in the heart and calcifications.

14.
Pediatrik Kalp Cerrahisi Yoğun Bakım Ünitesinde PRISM ve APACHE II Skorlama Sistemleri
PRISM and APACHE II Scoring Systems in Pediatric Cardiac Surgery Intensive Care Unit
Serkan Basman, Zeliha Alıcıkuş Tuncel, Gül Çakmak
doi: 10.14744/GKDAD.2022.28190  Sayfalar 89 - 96 (959 kere görüntülendi)
Amaç: Bu çalışmanın amacı, pediatrik kalp cerrahisi yoğun bakım üni-tesinde arteriyel switch ameliyatı uygulanan hastalarda mortaliteyi be-lirlemede “Pediatric Risk of Mortality (PRISM)” skorunun güvenilirliğini ve geçerliliğini araştırmak, bu skorlama sistemlerini Akut Fizyoloji ve Kronik Sağlık Değerlendirmesi II (APACHE II) skorlama sistemiyle karşılaştırmak, pediatrik yaş grubuna göre modifiye edilerek, hasta özelliklerine ve yoğun bakım koşullarına göre en uygun skorlama sistemini oluşturmaktır.
Yöntem: Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araş-tırma Hastanesi Pediatrik Kalp Cerrahisi Yoğun Bakım Ünitesinde Ocak 2005-Ağustos 2011 tarihleri arasında 0-1 ay aralığındaki 124 hasta retros-pektif olarak çalışmaya dahil edildi.
Bulgular: Birinci gün PRISM skoru ile mekanik ventilasyon süresi arasında-ki ilişkiyi belirlemek için yapılan korelasyon analizine göre skorlar arasında pozitif ve anlamlı bir ilişki saptandı (r=0,342; p<0,001). Bu sonuçlara göre birinci gün PRISM skoru arttıkça mekanik ventilasyon süresi de artmaktadır. Birinci gün ve üçüncü gündeki PRISM skorları, sağ kalanlara kıyasla eksitus olan hastalarda anlamlı derecede yüksek saptandı (p<0,001, p=0,049). So-nuçlar %95 güven aralığında değerlendirildi.
Sonuç: PRISM skorunun literatürde olduğu gibi yoğun bakım ünite-mizde de mortaliteyi tahmin etmede önemli bir gösterge olduğu gö-rüldü. Ülke genelinde çocuk yoğun bakım ünitelerindeki tedavi hiz-metlerinin ve sonuçlarının iyileştirilmesi için daha fazla hasta grubunda çok merkezli çalışmaların planlanması gerekmektedir.
Objectives: This study aims to investigate the reliability and validity of the Pediatric Risk of Mortality (PRISM) score in determining the mortality in patients who have undergone arterial switch in pediatric cardiac sur-gery (PCS) intensive care unit (ICU), to compare these scoring systems with the Acute Physiology and Chronic Health Evaluation (APACHE) II scoring system modified as per the pediatric age group, and to establish the most appropriate scoring system according to the patient charac-teristics and intensive care conditions.
Methods: Performed retrospectively in 124 patients within the age range of 0-1 months between January 2005 and August 2011 in the PCS ICU of Dr. Siyami Ersek Thoracic and Cardiovascular Surgery Training and Research Hospital.
Results: The correlation analysis performed to establish the relationship between the PRISM score on day 1 and the mechanical ventilation time revealed a positive significant relationship between the scores (r=0.342; p<0.001). Accordingly, as the PRISM score on day 1 increases, the me-chanical ventilation time also increases. The PRISM scores on day 1 and day 3 were found significantly high in exitus patients compared to the survivors (p<0.001 and p=0.049, respectively). The results were evalu-ated at 95% confidence interval.
Conclusion: The PRISM score is an important indicator in estimating the mortality in our ICU as in the literature. Further multicenter studies in more patient groups are required to do planning to improve the treatment ser-vices and results in pediatric intensive care unit throughout the country.

15.
Radyofrekans Kateter Ablasyon Uygulanan Pediyatrik Hastalarda Derin Sedasyon ve Hasta Güvenliği: Bir Prospektif Çalışma
Deep Sedation and Patient Safety in Pediatric Patients Undergoing Radiofrequency Catheter Ablation: A Prospective Study
Sibel Yılmaz Ferhatoğlu, Şevket Ballı, Türkan Kudsioğlu
doi: 10.14744/GKDAD.2022.74508  Sayfalar 97 - 103 (479 kere görüntülendi)
Amaç: Radyofrekans kateter ablasyonu yapılan pediatrik olgularda ka-bul görmüş standart bir anestezi yöntemi yoktur. Bu hastaların anestezi yönetiminin amacı, kalp ve solunum fonksiyonlarında minimal dep-resyona neden olurken yeterli analjezi, sedasyon ve hareketsizliği sağ-layabilmektir. Bu çalışmada, propofol-ketamin kombinasyonunun bu hastalarda hemodinamiyi, sedasyon düzeyini ve derlenme süresini nasıl etkilediği incelendi.
Yöntem: Temmuz 2019-Ekim 2019 tarihleri arasında kurumumuzda elektrofizyoloji laboratuvarında radyofrekans kateter ablasyon yapılan çocuk hastaların verileri prospektif olarak toplandı. Hastaların demogra-fik verileri, intraoperatif kalp hızı, ortalama arteriyel kan basıncı, periferik oksijen satürasyonu, end-tidal CO2 değeri, bispektral indeks (BIS) değeri ve komplikasyonlar kaydedildi.
Bulgular: Çalışmaya 113 hasta alındı. Yirmi bir hastada işlemin beşinci dakikasında kalp hızında %20’den fazla artış görüldü (p<0,001). On bir hastada işlemin 30. dakikasında %20’den fazla kalp hızı artışı gözlendi (p<0,05). Ortalama end-tidal CO2 değeri 37,8±1,86 idi (35-40). Beşinci dakikadan sonra ortalama BIS değeri 40’ın altındaydı. En sık görülen komp-likasyon sekresyonlarda artıştı.
Sonuç: Bu araştırma, radyofrekans kateter ablasyonu uygulanan pedi-atrik olgularda, ketamin-propofol kombinasyonunun, derlenme süresini uzatmadan optimal ortalama arter basıncı ve kalp hızını koruduğunu göstermektedir.
Objectives: There is no globally accepted anesthetic method in pediat-ric cases undergoing cardiac catheterization. The purpose of anesthetic management of these patients includes adequate analgesia, sedation, and immobility, with minimal depression of cardiac and respiratory functions. In the present study, we analyzed how the propofol-ketamine mixture affects the hemodynamics, sedation level, and recovery period in these patients.
Methods: We retrospectively evaluated the data of the pediatric pa-tients who had radiofrequency catheter ablation in the electrophysiol-ogy laboratory from July 2019 to October 2019 at our institution. In-traoperative heart rate (HR), mean arterial blood pressure, peripheral oxygen saturation, the amount of end-tidal carbon dioxide, BIS value, and complications were noted.
Results: There were 113 patients in the study. More than 20% increase in HR at the 5th min of the procedure was seen in 21 patients (p<0.001). More than 20% HR increase was observed in 11 patients at the 30th min of the procedure (p<0.05). The mean end-tidal CO2 is 37.8±1.86 (35-40). After the 5th min, the mean BIS value is under 40. The most observed complication is increase in secretion.
Conclusion: The present research shows that in pediatric cases under-going cardiac catheterization, the combination of ketamine with propo-fol maintains optimal mean arterial pressure and HR without prolonging the recovery period.

LookUs & Online Makale