ISSN 1305-5550 | e-ISSN 2548-0669
Journal of Cardio-Vascular-Thoracic Anaesthesia and Intensive Care Society - GKD Anest Yoğ Bak Dern Derg: 21 (2)
Volume: 21  Issue: 2 - 2015
1.Cover

Page I (447 accesses)

2.Contents

Pages II - V (497 accesses)

REVIEW
3.Weaning Associated Heart Failure
Pelin Çorman Dinçer, Mustafa Kemal Arslantaş, Alper Kararmaz
doi: 10.5222/GKDAD.2015.071  Pages 71 - 76 (1126 accesses)
Ventilatörden ayırma sırasında gelişen kardiak disfonksiyon mekanik ventilasyon süresinin uzamasına, morbidite ve mortalitede artışa neden olabilecek önemli bir faktördür. Patofizyoloji hastaden hastaya değişse de pulmoner arter kateteri, ekokardiyografi, biyomarkerler ve damar dışı akciğer sıvısı ölçümü tanı için yardımcı olabilirler. Dolum basınçlarının optimizasyonu, ön yük ve ard yükün azaltılması ve gereken olgularda inotrpik destek verilmesi tedavide kullanılabilecek yöntemlerdir.
Weaning induced cardiac dysfunction is an important reason for prolonged mechanical ventilation, and increased morbidity and mortality. Although underlying mechanisms may differ from one patient to another, pulmonary artery catheter, echocardiography, biomarkers, and extra-vascular lung water measurement may help in diagnosing weaning induced-pulmonary edema. Treatment strategies include optimization of filling pressures, reducing preload and afterload, and inotropic support if necessary.

EXPERIMENTAL WORK
4.Does the time of anesthesia can couse alteration of the serum cortisol and melatonin levels and outcome in cardiac surgery?
Seyhan Yağar, Mine Altınkaya Çavuş, Aslı Dönmez, Ümit Karadeniz, Gökçe Açık, Gül Sevim Saydam, Ayşegül Özgök
doi: 10.5222/GKDAD.2015.077  Pages 77 - 81 (1057 accesses)
AMAÇ: Plazma düzeyi diurnal varyasyon gösteren kortizol, cerrahi ve anesteziye bağlı stres durumunda adrenal korteksten yüksek miktarda salıverilen bir glukokortikoiddir. Melatonin sirkadiyen ritmi olup gece boyunca salınan, gece-gündüz siklusunun yanında fizyolojik ve patolojik olaylarda rol oynayan önemli bir hormondur. Hastanemiz kalp-damar cerrahisi ameliyathanesinin tadilatı sebebiyle vardiya sistemiyle çalışılmış ve elektif operasyonlar günün farklı saatlerinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmamızın amacı, günün farklı saatlerinde uygulanan açık kalp cerrahisi girişimlerinin plazma kortizol ve melatonin düzeylerine ve hasta prognoza etkisini araştırmaktır.
YÖNTEMLER: Hastanemiz yerel araştırma kurulu onayı ile açık kalp cerrahisi geçirecek 48 hasta çalışmaya alındı. Hastalar ameliyata alınma saatlerine göre 3 gruba ayrıldı. Anestezi indüksiyonu öncesi, ameliyat bitiminde ve postoperatif 24. saatte serum kortizol ve melatonin düzeyleri ölçüldü. Postoperatif ekstübasyon süreleri, yoğun bakımdaki 12 saatlik vücut sıcaklıkları ile yoğun bakım ve hastanede kalış süreleri kaydedildi.
BULGULAR: Grupların demografik, operasyon ve yoğun bakım verileri arasında anlamlı bir fark yoktur. Grupların yoğun bakımdaki vücut sıcaklıkları değişiklikleri benzer bulundu. Tüm gruplarda kortizol düzeyinin cerrahi bitiminde bazal değerlere kıyasla anlamlı olarak arttığı ve postoperatif 24. saatte önceki değere göre anlamlı düştüğü görüldü. Ancak düzey değişiklikleri gruplar arasında anlamlı fark göstermedi. Melatonin ve kortizol değerlerinde ise grup içi 3 ölçüm ve gruplar arası ölçümler karşılaştırıldığında anlamlı fark bulunmadı
SONUÇ: Çalışmamızın sonuçları, plazma kortizol düzeylerinin cerrahi ve anesteziye bağlı stresle birlikte yükselip postoperatif 24. saatte düşmeye başladığını, melatonin düzeylerinin ise etkilenmediğini göstermiştir. Kortizol düzeyindeki bu değişikliklerin hastaların cerrahiye alınma saatleri ile ilişkili olmadığı da gözlenmiştir. Hastaların ameliyata alınma saatlerinin yoğun bakımda ve hastanede kalış sürelerine herhangi bir etkisi olmamıştır.
OBJECTIVE: Cortisone is a highly secreted glucocorticoid from the adrenal cortex in case of surgery and anaesthesia caused stress which is plasma level shows diurnal variations. Melatonin is also has circadian rhythm which plays important role in human homeostasis and psychiatric behaviors. Due to the constructions in our hospitals cardiovascular surgery operating rooms, our staffs has worked according to the shift system and elective operations have been made in different hours of the days. Aim of our study is to investigate the effect of open cardiac surgery operations made in different hours of the day to the plasma cortisone levels and patient outcomes.
METHODS: After the permission of the local research counsel of our hospital, 48 patients who will have open cardiac surgery have been included to our study. Patients have been distributed in 3 groups according to the hours which they will be taken into the surgery. Serum cortisone and melatonin levels have been measured. Postoperative extubation durations, first body temperatures in the intensive care, urination and duration of intensive care and hospital stay have been recorded.
RESULTS: Demographic data, extubation, duration of intensive care and hospital stay and body temperatures during the intensive care have been found similar. Cortizone levels have been found significantly higher after the operations than the basal levels in all groups and have been found to decrease at the postoperative 24th hour. However, the level changes did not have statistical difference between the groups
CONCLUSION: According to our results, we conclude that, plasma cortisone levels have been increased due to the stress caused by surgery and anaesthesia and starts to decrease at the postoperative 24th hour. However, these differences did not have any correlation with the operation hours during the day. Due to hours in the intensive care unit and on hospital length of stay did not have any effect.

5.Effects of non-dependent lung oxygen insufflation on oxygenation and respiratory mechanics during one-lung ventilation in patients with stage II COPD.
Tülün Öztürk, Demet Aydın, Sadık Yaldız, Gökhan Yuncu, Aynur Atay, Serdar Savacı
doi: 10.5222/GKDAD.2015.082  Pages 82 - 88 (1053 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı akciğer cerrahisi geçiren hastalarda, dependent akciğere ekstrensek PEEP (PEEPe; 5 hastanın PEEPi 'ine eşit) uygularken, ventile edilmeyen akciğere 6 L/dak. oksijen sunumunun; oksijenasyon, şant oranı ve solunum mekanikleri üzerindeki değişikliklerini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Elektif akciğer cerrahisi geçirecek, stage II kronik obstrüktif akciğer hastalıklı hastalar(n=22), çift lümenli endobronşial tüp ile entübe edildi ve pulmoner arter kateteri uygulandı. Tek akciğer ventilasyon ayarları: 6 ml/kg tidal volüm, 12 soluk/dak., ve I: E oranı 1: 2 olarak yapıldı. Çalışma ardışık 4 periyoddan oluştu(her period 15 dakika sürdü): İlk stabilizasyon periyodu (PEEP0-1: no PEEP) sonrası, non-dependent akciğer havaya açıkken dependent akciğere ektrensek PEEP (PEEPe; intrinsic PEEP seviyesinde) uygulandı. İkinci stabilizasyon periyodu (PEEP0-2: no PEEP: ) sonrasında, dependent akciğere PEEPe uygulanırken, non-dependent akciğere tüp içine yerleştirilen kanül aracılığı ile 6 L/dak. oksijen(O2) sunuldu(PEEPe+O2,). Her bir 15 dakikalı periyodun sonunda hemodinamic veriler, akciğer kompliyansı(C), havayolu rezistansı(R), ve PEEPi kaydedildi ve kan gazı örnekleri alındı.
BULGULAR: PEEPe+ O2 periyodunda PEEPe periyodu ile karşılaştırıldığında, Qs/Qt anlamlı olarak düşük iken(p<0.0001), PaO2 anlamlı olarak daha yüksek(p<0.001) idi. PEEPe deki kompliyans, PEEP0 ile karşılaştırıldığında anlamlı olarak artmıştı (p <0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ventile akciğere hastanın PEEPi 'ne eşdeğer ekstrensek PEEPe ile, non-ventile akciğere oksijen insuflasyonu, oksijenasyonu artırdı ve Qs/Qt oranını azalttı. Bu ekstra donanım gerektirmeyen basit ve yararlı metodu önermekteyiz.
INTRODUCTION: The aim of this study was to investigate the changes on oxygenation, shunt ratio and respiratory mechanics of 6 L/min oxygen insufflation to the non-dependent lung, while extrinsic PEEP(PEEPe, equivalent to the patient’s PEEPi) was being applied to the dependent lung in patients undergoing lung surgery.
METHODS: Patients with stage II COPD undergoing elective lung surgery(n=22) were intubated with a double-lumen endobronchial tube and performed a PA catheter. One lung ventilation settings were: tidal volume 6 ml/kg, 12 breaths/min, and I: E ratio 1: 2. Procedure was performed in four sequential period(each period continued for 15 minutes): After first stabilization period (PEEP0-1), PEEPe (at the level of intrinsic PEEP,PEEPi) was applied in the dependent lung while the non-dependent lung was open to air. After second stabilization period (PEEP0-2), the non-dependent lung received 6 L/min oxygen(O2) through a catheter placed into the tube while PEEPe (at the level of PEEPi)was applied in the dependent lung (PEEPe+O2).At the end of each 15 minute period, haemodynamic data, lung compliance(C), airway resistance(R), and PEEPi were recorded and blood gas samples obtained
RESULTS: PaO2 was significantly higher during the PEEPe+O2 period(p<0.001), while Qs/Qt was significantly lower in the PEEPe+O2 period when compared with the PEEPe period (p<0.0001).Compliance increased significantly during PEEPe compared to PEEP0-1(p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The insufflation of oxygen to the non-dependent lung with application of PEEPe, equivalent to the patient's PEEPi to the dependent lung, increased oxygenation and decreased Qs/Qt in patients with moderate COPD.We recommend this simple and useful method which does not need extra equipment.

6.The Evaluation Of The hemodynamic Response To Anesthesia İnduction And İntubation In Fluid Responsive And Unresponsive Patients To Passive Leg Raising Maneuver In Coronary Surgery
Aylin Erkul, Ümit Karadeniz, Zeliha Aslı Demir, Mine Chavush, Rabia Koçulu, Ayşegül Özgök
doi: 10.5222/GKDAD.2015.089  Pages 89 - 94 (1130 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Kardiyak problemi olan kritik hastalarda sıvı yanıtının değerlendirilmesi,sıvı replasmanının yönetilmesi tedavi süreci boyunca en sık yaşanan ikilemdir.Kardiyak önyükün statik belirteçleri volüm yanıtı açısından zayıf göstergelerdir.Dinamik belirteçler de sıklıkla spontan solunum ve aritmi nedeniyle sınırlanmaktadır.Pasif bacak kaldırma manevrası endojen bir volüm değişimi yaratarak, sıvı yanıtını tahmin amaçlı kullanılabilir.Çalışmamızı,pasif bacak kaldırma manevrasına verdikleri sıvı yanıtına göre gruplara ayırdığımız hastaların,indüksiyon,entübasyona hemodinamik cevaplarını gözlemek amacıyla gerçekleştirdik
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma elektif şartlarda koroner arter cerrahisi yapılacak,40-70 yaş aralığındaki,ejeksiyon fraksiyonları %40-60 arasında değişen,
ASA II-III olan 50 hastayı kapsamaktadır.Hastalar pasif bacak kaldırma sonrası strok volüm değişim oranlarına göre sıvı yanıtlı-yanıtsız olarak iki gruba ayrıldı.Hastaların indüksiyon ve entübasyon sırasındaki kalp hızı,ortalama arter basıncı,kardiyak output, kardiyak indeks,strok volüm indeks değerleri kaydedildi
BULGULAR: Hastaların cinsiyet,yaş,beden kitle indeksi,ejeksiyon fraksiyonu,laringoskopik grade dereceleri arasında fark yoktu.Bazal ölçümlere göre indüksiyon sonrasında her iki grupta arteriyel basınçlar,kardiyak output ve kardiyak index düşüş gösterdi.Entübasyon sonrasında,sıvı yanıtsız gruba ait değişim,kalp hızı haricinde tüm parametrelerde anlamlı olarak saptandı.Sıvı yanıtlı gruba ait değişim değerleri arasında ise fark yoktu.Her iki grup arası yüzde değişim oranları kardiyak output,kardiyak indeks ve strok volüm indeksi açısından anlamlıydı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak koroner arter cerrahisinde önyükü yeterli olan hastalarla sıvı açığı olan hastaların pasif bacak kaldırma manevrasına karşı verdiği yanıtta değişik refleks mekanizmaların rol oynadığı düşünüldü.Entübasyonun,doluluğu yeterli olan koroner hastalarında daha fazla hemodinamik depresyona sebep olduğu görüldü.Sıvı yanıtsız hastaların fazla sıvı yüküne sahip olabileceği,bunun da maksimum kas lifi gerginliğine neden olarak miyokardı deprese edebileceği sonucuna varıldı.


INTRODUCTION: The management of fluid treatment and its response is the most common dilemma in critical patients accompanied by cardiac diseases.Static markers of cardiac preload are poor indicator of the volume response.Dynamic markers is also limited often due to spontaneous respiration and arrhythmia.Passive leg raising maneuver creates an endogenous volume change can be used for estimating the fluid response.In our study, according to the fluid response given to the passive leg maneuver,patients were divided into two groups. The hemodynamic effects of induction and entubation examined in two groups.
METHODS: 50 patients between 40-70 age range undergoing elective coronary artery bypass surgery were included in the study.Patients ejection fraction ranged from 40-60%,ASA II-III were studied.Patients were divided into two groups according to stroke volume variation afer the passive leg raising maneuver. Group1 defined as fluid therapy responder,group2 defined as fluid therapy nonresponder.Heart rates,mean arterial pressures,cardiac output,cardiac index,stroke volume index values were compared between two groups.
RESULTS: Gender,age,body mass index,ejection fraction,laryngoscopic grade ratings were compared,there was no difference between two groups.Arterial pressure,cardiac output and cardiac index measurements decreased in both groups after induction compared.After intubation,the change of parameters were significantly different in group 2 except the heart rates.Group1 was no significant difference between the exchange values.Percentage change in cardiac output between the two groups was significant in terms of cardiac index,stroke volume index.
DISCUSSION AND CONCLUSION: As a result,various reflex mechanisms may play a role in coronary bypass surgery in patients who different intravasculary volume conditions.Entubation causes more hemodynamic depression in patients who has enough intravascular fluid reserve.Liquid refractory patients may have more liquid reserve,this condition may cause muscle fiber tension,mycardial depression.

7.Combined spinal-epidural anesthesia or local anesthesia + sedoanalgesia in abdominal aortic aneurism repair?
Cavidan Arar, Ünal Sezen, Adnan Yüksek, Hatice Sarıkaya, Filiz Turan, Cüneyt Turan, Cengiz Mordeniz, Onur Baran, Mustafa Günkaya, Selami Gürkan, Özcan Gür, Gamze Saraçoğlu
doi: 10.5222/GKDAD.2015.095  Pages 95 - 100 (881 accesses)
AMAÇ: Abdominal aort anevrizması tamiri için farklı anestezi modaliteleri ya da kombinasyonları uygulanabilir. Geriatrik hastalarda eşlik eden patolojiler varlığından dolayı mortalite ve morbidite riski artmıştır. Çalışmamız geriatrik hastalarda endovasküler anevrizma tamiri için seçilebilen iki farklı anestezi metodunu karşılaştırmayı amaçlamıştır.
YÖNTEMLER: 16 yüksek riskli geriatrik hasta çalışmaya dahil edildi. Elektif ya da acil olarak endovasküler anevrizma operasyonu olacak 16 yüksek riskli hastanın parametreleri çalışmada kullanıldı. Grup – I (n: 8)’e lokal anestezi ve sedasyon uygulanırken, Grup – II’ye ise kombine spinal epidural anestezi uygulandı. İntraoperatif ve postoperatif hemodinamik parametreler gözlendi ve kayıt altına alındı. İki grubun demografik özellikleri birbirlerine uyumlu idi.
BULGULAR: Komplikasyon oranı ortalama olarak %6,25 ve anlamlı olarak bulunmadı (p>0,05). Hastanede ve yoğun bakımda kalma oranında ise iki grup arasında ise önemli bir fark bulunmadı (p>0,05).
SONUÇ: Kombine spinal ve epidural anestezi daha çok tecrübe gerektirir ama lokal anestezi ve sedasyondan endovasküler aort anevrizması hastaları için daha güvenlidir.
OBJECTIVE: Anesthesia for the repair of abdominal aortic aneurism can be performed with different modalities of anesthesia or their combinations. The risk level for the morbidity and mortality of the patients, is increased in geriatric patients with the existence of accompanying pathology. To compare two different anesthesia methods (local anesthesia and sedation vs combined spinal and epidural anesthesia) for the repair of endovascular aneurism in a geriatric patient.
METHODS: 16 high risk geriatric patients were included in the study. The parameters of 16 high risk patients who underwent elective or emergency treatment for endovascular aneurism were included. Group-I (n: 8) was given local anesthesia and sedation, Group-II (n: 8) was given combined spinal and epidural anesthesia. Intraoperative and postoperative hemodynamic parameters were reviewed and analyzed. The demographic data of the two groups ressembled each other.
RESULTS: The complication rate was calculated at an average of 6.25%, which was considered insignificant (p> 0.05). There was no significant difference between the duration of hospital and intensive care unit stay for the two groups (p> 0.05).
CONCLUSION: Combined spinal and epidural anesthesia requires much more experience, but it is safer than local anesthesia and sedation for endovascular aneurism patients.

8.The Effect Of Blood And Blood Products Transfusion On Postoperative Complications In Patients Underwent Coronary Artery Bypass Grafting (CABG) Surgery
Çınar Yürekli Güven, Murat Aksun, Nagihan Karahan, Senem Girgin, Volkan Kuru, Birzat Emre Gölboyu, Hasan Fatih Tanyeli, Gülçin Aran, Ali Gürbüz
doi: 10.5222/GKDAD.2015.101  Pages 101 - 110 (955 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Kan transfüzyonlarının, kardiyak cerrahide morbidite ve mortaliteyi arttırdığı bilinmektedir. KABG cerrahisi geçiren hastalarda intraoperatif ve postoperatif ilk altı saatte yapılan kan ve kan ürünü transfüzyonlarının postoperatif komplikasyonlar üzerine etkileri araştırıldı.


YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2011–Kasım 2012 tarihleri arasında KABG cerrahisi geçirmiş hastalar çalışmaya alındı. Ünite sayısına ve kan ürünü tipine göre gruplar oluşturuldu. Böbrek fonksiyonlarında bozulma, akut akciğer hasarı, yeni başlayan serebrovasküler olay, atriyal fibrilasyon atağı, ilk 24 saatte enfeksiyon, yoğun bakım ve mekanik ventilatör süresi, mortalite karşılaştırıldı. Günlük drenaj, idrar çıkışı, sıvı dengesi, sıvı miktarı, laboratuvar testleri değerlendirildi.
BULGULAR: 317 hasta(%78) erkek, 90 hasta(%22) kadındı, yaş ortalaması 61,2± 9,92 idi. 48 hastada(%12) hiç transfüzyon yapılmadığı, 359 hastada(%88) ise bir ünite transfüzyon yapıldığı gösterildi. 1-2 ünite transfüzyon yapılan hasta sayısı 164(%40), 3-4 ünite transfüzyon yapılan hasta sayısı 102(%25), 5-7 ünite transfüzyon yapılan hasta sayısı 66(%16), 7 üniteden fazla transfüzyon yapılan hasta sayısı 27'idi(%7). 184 hastanın(%45,3) eritrosit süspansiyonu(ERT) almadığı, 196 hastanın(%48,1) 1-2 ünite, 27 hastanın(%6,6) ise 2 ünite üzeri ERT aldığı gözlendi. 140 hastada(%34,4) taze donmuş plazma(TDP) transfüzyonu yapılmadığı, 196 hastanın(%48,2) 1-2 ünite ve 71 hastanın(%17,4) ise 2 ünite üzeri TDP aldığı saptandı. Transfüzyon alanlarda, postop mortalite ve komplikasyonun artmış olduğu saptandı. ERT ve TDP transfüzyonu alan hastaların, ünite sayısı arttıkça komplikasyon ve mortalitenin arttığı görüldü. Çoklu lojistik regresyon analizinde, mortalite için en önemli risk faktörünün TDP transfüzyonu olduğu görüldü.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Amaç: Kan transfüzyonlarının, kardiyak cerrahide morbidite ve mortaliteyi arttırdığı bilinmektedir. KABG cerrahisi geçiren hastalarda intraoperatif ve postoperatif ilk altı saatte yapılan kan ve kan ürünü transfüzyonlarının postoperatif komplikasyonlar üzerine etkileri araştırıldı.

Yöntem: Ocak 2011–Kasım 2012 tarihleri arasında KABG cerrahisi geçirmiş hastalar çalışmaya alındı. Ünite sayısına ve kan ürünü tipine göre gruplar oluşturuldu. Böbrek fonksiyonlarında bozulma, akut akciğer hasarı, yeni başlayan serebrovasküler olay, atriyal fibrilasyon atağı, ilk 24 saatte enfeksiyon, yoğun bakım ve mekanik ventilatör süresi, mortalite karşılaştırıldı. Günlük drenaj, idrar çıkışı, sıvı dengesi, sıvı miktarı, laboratuvar testleri değerlendirildi.

Bulgular: 317 hasta(%78) erkek, 90 hasta(%22) kadındı, yaş ortalaması 61,2± 9,92 idi. 48 hastada(%12) hiç transfüzyon yapılmadığı, 359 hastada(%88) ise bir ünite transfüzyon yapıldığı gösterildi. 1-2 ünite transfüzyon yapılan hasta sayısı 164(%40), 3-4 ünite transfüzyon yapılan hasta sayısı 102(%25), 5-7 ünite transfüzyon yapılan hasta sayısı 66(%16), 7 üniteden fazla transfüzyon yapılan hasta sayısı 27'idi(%7). 184 hastanın(%45,3) eritrosit süspansiyonu(ERT) almadığı, 196 hastanın(%48,1) 1-2 ünite, 27 hastanın(%6,6) ise 2 ünite üzeri ERT aldığı gözlendi. 140 hastada(%34,4) taze donmuş plazma(TDP) transfüzyonu yapılmadığı, 196 hastanın(%48,2) 1-2 ünite ve 71 hastanın(%17,4) ise 2 ünite üzeri TDP aldığı saptandı. Transfüzyon alanlarda, postop mortalite ve komplikasyonun artmış olduğu saptandı. ERT ve TDP transfüzyonu alan hastaların, ünite sayısı arttıkça komplikasyon ve mortalitenin arttığı görüldü. Çoklu lojistik regresyon analizinde, mortalite için en önemli risk faktörünün TDP transfüzyonu olduğu görüldü.

Sonuç: Sonuçlarımız, kan ve kan ürünü transfüzyonunun KABG cerrahisinde ünite sayısı ile ilişkili olarak postoperatif komplikasyonları ve mortaliteyi arttırdığını göstermektedir. Ancak transfüzyonun mu buna neden olduğu, yoksa transfüzyonun kötü hastaların bir belirteci mi olduğunu ayırt etmek için sonuçlarımız yeterli değildir.


INTRODUCTION: It is well known that blood transfusion increase the morbidity and mortality in the cardiac surgery. The impact of transfusion of blood and blood products which were administrated intraoperative and postoperatif first six hours in patients underwent CABG surgery was evaluated.
METHODS: Between January 2011-November 2012, patients underwent CABG surgery were included in this study. Patients were divided into groups according to type of blood products and number of units transfused. Renal dysfunction, acute lung injury, new cerebrovascular event, atrial fibrilation, the presence of infection in the first 24 hours, duration of intensive care unit stay and mechanical ventilation support and mortality rates were compared between these groups. Daily chest drainage, urine output, fluid balance, quantity of fluid, laboratory tests were also evaluated.
RESULTS: 317 patients(78%) were male, 90 patients(22%) were female. Mean age was 61,2 ± 9,92. No transfusion was administered in 48 patients(12%). 359(88%) patients underwent at least 1 unit transfusion. Of these, 164 patients(40%) received 1 to 2 units, 102 patients(25%) received 3 to 4 units, 66 patients(16%) received 5 to 7 units and 27 patients(6%) received more than 7. No transfusion of erythrocyte suspansion(ERT) was administered in 184 patient(45.3%). 196 patients(48.1%) received 1 to 2 units ERT and 27 patients(6.6%) received three or more ERT. No transfusion of fresh frozen plasma(FFP) was administered in 140 patient(34.4%). 196 patients(48.2%) received 1 to 2 units FFP and 71 patients(17.4%) received more than two units FFP. Patients receiving transfusions had higher postoperative mortality and complications rates. We observed that when the ERT and FFP units increased, the rates of mortality and complications were also increasing. Multiple logistic regression analyses revealed that FFP transfusion is the foremost risk factor for mortality


DISCUSSION AND CONCLUSION: Findings of our study revealed that blood and blood product transfusion is associated with a dose dependent increase in the mortality and morbidity in patients underwent CABG surgery. Whether transfusion causes adverse outcome or is an alternate marker for a sicker patient cannot be determined from this findings.

CASE REPORT
9.Outflow Cannula Malposition Detected by Transesophageal Echocardiography During Pediatric Left Ventricular Assist Device Implantation
Ümit Karadeniz, Aslı Demir, Perihan Kemerci, Ayşegül Özgök, Ümit Kervan, Sabit Kocabeyoğlu, Utku Ünal, Mustafa Paç
doi: 10.5222/GKDAD.2015.111  Pages 111 - 115 (1152 accesses)
Kalp yetmezliği; tedavideki gelişmelere rağmen pediatrik popülasyonda medikal tedaviye dirençli bir sorun olarak halen güncelliğini korumaktadır. Uygun donör bulunana kadar geçen süre içinde bu hastalarda sağkalımı arttırmak için köprü tedavi olarak mekanik sirkulatuar destek cihazları kullanılmaktadır. Ekokardiyografi Ventriküler Asist Device(VAD) yerleştirilmesi öncesinde, sırasında ve sonrasında en çok kullanılan görüntüleme yöntemidir. Transözofageal ekokardiyografi hemodinaminin takibi açısından olduğu kadar VAD’ ın yerleşimi ve yerleşim sonrası fonksiyonu değerlendirmede önemlidir.
Bu sunumda mekanik sirkülatuar destekcihaz implantasyonu yapılan, operasyon sonunda outflow kanül malpozisyonu transözofageal ekokardiyografi ile saptanan ve yeniden açılarak düzeltilen pediatrik bir olgu tartışıldı.
Heart failure is still a vital concern as a medical treatment-resistant problem in pediatric population despite the improvements in new treatments. Mechanical circulatory assist devices are utilized as a bridge treatment in order to increase the rate of survive of the patients until the available donor is provided. Echocardiography is the most commonly used method before, during and afterwards the placement of the Ventricular Assist Device. Transesophageal echocardiography is important both for the monitoring of hemodynamics and the evaluation of the VAD's implantation and post-implantation function.
In this presentation, a pediatric case which a mechanical circulatory assist device implantation is applied, at end of the operation outflow cannula malposition is detected with transesophageal echocardiography and corrected re-opening is discussed.

10.A Rare Complication of Internal Jugular Vein Cannulation: Thyrocervical Trunk Pseudoaneurysm
Emine Aysu Salviz, Aylin Tetik, Volkan Demirdogen, Serhat Atalay Evis, Erol Kozanoglu, Kamil Mehmet Tugrul
doi: 10.5222/GKDAD.2015.116  Pages 116 - 120 (855 accesses)
Santral ven kateterizasyonları, özellikle de internal juguler ve subklavien venler aracılığıyla uygulananlar, farklı sebeplerle yaygın olarak kullanılmaktadır ve yerleşimleri yüksek başarı oranlarıyla ilişkilidir. Ancak; hastaların %15’inden fazlası komplikasyon ile karşılaşabilmektedir. Tiroservikal trunkus psödoanevrizması da, nadir olmasına rağmen, çok sayıda kateterizasyon denemesini takiben gelişebilecek komplikasyonlardan biridir. Bu olgu ile, anatomik işaretleme yöntemi kullanılarak uygulanan zor internal juguler ven kateterizasyonu sonrası gelişen tiroservikal trunkus psödoanevrizma deneyimimizi paylaşıyoruz. Amacımız; bu nadir komplikasyonu, santral ven kateterizasyonu sırasında ultrason kullanımını, psödoanevrizma tanı yöntemlerini ve aynı zamanda bunun endovasküler koil embolizasyon ile tedavisini vurgulamaktır.
Central venous cannulations, especially through internal jugular and subclavian veins, are commonly used for different reasons and associated with a high rate of successful placement. However, more than 15% patients may have complications. Although it is rare, thyrocervical trunk pseudoaneurysm may be one of the complications that follows multiple catheterization attempts. In this report, we present thyrocervical trunk pseudoaneurysm occurrence after a difficult internal jugular vein cannulation using a landmark-guided technique. Our aim is to emphasize this rare complication, importance of using ultrasound-guidance during central venous cannulations, diagnose of the possible pseudoaneurysm and also the treatment with endovascular coil embolization.

11.Spinal Anesthesia in two cases with Myotonic Dystrophy type 1 and type 2: Case Reports
Meltem Kipri, Mesut Şener, Esra Çalışkan, Anış Arıboğan
doi: 10.5222/GKDAD.2015.121  Pages 121 - 124 (1796 accesses)
Giriş: Miyotonik Distrofiler (MD), konjenital başlangıçlı Tip I ve erişkin başlangıçlı Tip II olarak 2 grupta incelenmektedir. MD’li hastalarda miyotoninin şiddetinden bağımsız olarak tüm organ sistemleri etkilenebilmektedir. Bu nedenle perioperatif dönemde artmış anestezi riski mevcuttur. Olgu 1: Tip I MD’li 26 yaşında erkek hastaya spinal anestezi altında pilonidal sinüs cerrahisi yapılması planlandı. Operasyon odasında spinal anestezi uygulandıktan sonra başarılı bir cerrahi işlem uygulandı. Olgu 2: Tip II MD’li 31 yaşında kadın hastaya spinal anestezi altında açık miyomektomi yapılması planlandı. Operasyon odasında spinal anestezi uygulandıktan sonra başarılı bir cerrahi işlem uygulandı. Her iki hastada da perioperatif dönemde herhangi bir komplikasyonla karşılaşılmadı. Tartışma: MD’li hastalarda yaygın kullanılan anestezik ilaçlara karşı yanıt normal populasyonda beklenenden farklıdır. İntravenöz (İV) anesteziklere karşı artmış hassasiyet söz konusudur. Perioperatif opioid uygulamaları sırasında solunum depresyonu riski yüksektir. Hastalarda kas gevşeticilere duyarlılık da artmıştır, süksinilkolin uygulaması miyotoniyi tetikleyebilir. Bununla birlikte propofol enjeksiyon ağrısı, operasyon odasında ağrı, stres ve hipoterminin indüklediği miyotoni görülebildiğinden bu durumlara karşı önlem alınmalıdır. Uygun olgularda rejyonel anestezi yöntemlerinin, gerektiğinde düşük dozda İV sedatif ilaçlarla kombine edilerek uygulanması önerilmektedir. Nörostimulasyon sırasında miyotoni gözlenebileceği ve kas hipertrofisi sonucunda ultrason ile siniri ayırt etmek zorlaşacığından, santral nöroaksiyel bloklar periferik sinir boklarına göre şimdilik daha iyi bir tercih olarak görülmektedir.
Introduction: Myotonic dystrophy (MD) is classified into two groups: TypeI with congenital onset, typeII with adult onset. All organ systems can be affected regardless severity of myotonia among patients with MD. Frequency of anesthesia-related complications are increased during perioperative period. Case1: 26-year-old man with MD typeI had pilonidal sinus to be operated under spinal anesthesia. Spinal anesthesia was performed in the operating room and successful surgical procedure was performed. Case2: 31-year-old woman with MD typeII was planned to have open myomectomy under spinal anesthesia. Spinal anesthesia was performed in the operating room and successful surgical procedure was performed. Neither of two cases had any complications in perioperative period. Discussion: Response to commonly used anesthetic drugs is different than expected in MD patients when compared to normal population. There is an increased sensitivity to intravenous (IV) anesthetic agents. Risk of respiratory depression during perioperative period is also high with opioid injections. Sensitivity to muscle relaxants is also higher and succinylcholine can trigger myotonia. Propofol injection pain, stress, hypothermia and pain in the operating room may also induce myotonia, necessary precautions must be taken. Since malignant hyperthermia risk is not high in patients with MD compared to normal population, volatile anesthetics should be preferred. In suitable cases, regional anesthesia combined with low dose IV sedative medications are recommended. Since myotonia may be observed during neuro-stimulation, and may be difficult to distinguish the nerve with ultrasonography after muscle hypertrophy, central neuraxial blocks might be preferred over peripheral nerve blocks in current practice.

LETTER TO THE EDITOR
12.A tension pneumothorax case in intensive care unit
Ayfer Açıkgöz, Fatma Ferda Kartufan, İsmail Haberal, Alican Açıkgöz, Bora Aykaç
doi: 10.5222/GKDAD.2015.125  Pages 125 - 128 (989 accesses)
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale