ISSN 1305-5550 | e-ISSN 2548-0669
Journal of Cardio-Vascular-Thoracic Anaesthesia and Intensive Care Society - GKD Anest Yoğ Bak Dern Derg: 19 (1)
Volume: 19  Issue: 1 - 2013
REVIEW
1.Anesthetic Management of Pulmonary Hypertension Secondary to Pediatric Congenital Cardiac Disease
Zeliha Tuncel, Şefika Türkan Kudsioğlu, Zuhal Aykaç
doi: 10.5222/GKDAD.2013.002  Pages 2 - 9 (1659 accesses)
Konjenital kalp hastalıklarında morbidite ve erken mortalitenin en önemli nedenlerinden biri konjenital kalp hastalıklarına bağlı pulmoner hipertansiyondur (PHT). Konjenital kalp hastalıklarına bağlı PHT sıklığı opere olmayan hastalarda % 30 ve tamir edilen hastalarda % 15’tir. PHT perioperatif pulmoner hipertansif kriz ve kardiyak arrest gibi önemli komplikasyonlara yol açar. Anestezistlerin amacı pulmoner damar direnci artışını ve miyokard fonksiyonlarındaki depresyonu en aza indirebilmektedir.
Pulmonary hypertension associated with congenital heart disease (CHD) is one of the most common causes of morbidity and premature mortality in pediatric patients with CHD. Estimated prevalance of pulmonary hypertension associated with CHD remains 30 % in unoperated paients and 15 % in surgically repaired patients. Pulmonary hypertension is associated with significant perioperative risk for major complications, including pulmonary hypertensive crisis and cardiac arrest. The aim of anesthesiologist should be to minimize increases in pulmoner vascular resistance and depression of myocardial function.

RESEARCH ARTICLE
2.Comparison of Epidural or Intravenous Patient-Controlled Analgesia at Thoracotomy
Gönül Sağıroğlu, Elif Çopuroğlu, Burhan Meydan, Serpil Ertürk, Mine Demir, Mustafa Küpeli
doi: 10.5222/GKDAD.2013.010  Pages 10 - 15 (1317 accesses)
AMAÇ: Bu çalışmada torakotomi sonrası ağrı tedavisinde, hasta kontrollü analjezide morfinin intravenöz ve epidural uygulamalarının etkinlik ve yan etki profili yönünden karşılaştırılması amaçlandı.
YÖNTEMLER: Prospektif ve randomize olarak oluşturulan çalışmaya 40 olgu dahil edildi. Olgular torakal epidural morfin (TEM) veya intravenöz morfin (İM) grubu olarak 20 kişilik iki gruba ayrıldı. TEM grubuna anestezi indüksiyonu öncesi 0.5 mg morfin epidural kateterden preemptif olarak uygulandı. Postoperatif torakotomi ağrısı için hasta kontrollü analjezi (HKA) yöntemi uygulandı. Postoperatif yoğun bakım ünitesinde 0., 4., 16. ve 24. saatlerdeki Vizüel Ağrı Skalası (VAS) sorgulandı. Yan etkiler kaydedildi.
BULGULAR: Gruplar arası karşılaştırmalarda TEM grubunda başlangıçta (p<0.025) ve 4. saatteki (p<0.009) VAS değerlerindeki düşme istatistiksel açıdan anlamlı bulundu. Grup içi karşılaştırmalarda her iki grupta 4. saatten itibaren tüm zamanlardaki VAS skorlarında anlamlı düşme saptandı. HKA istem sayısı, toplam analjezik miktarı ve ilave analjezik miktarı açısından gruplar arası anlamlı fark bulunamadı. Komplikasyonlar açısından gruplar arasında anlamlı fark bulunmadı.
SONUÇ: Posttorakotomi ağrısında torakal epidural veya intravenöz analjezi yöntemleri uygulanabilir; ancak epidural yöntem ile postoperatif ilk saatlerde daha etkin analjezi sağlanabilir.
OBJECTIVE: In this study, we aimed to compare the efficacy and side- effect profiles of morfine in terms of epidural or intravenous patient-controlled analgesia in the pain treatment after thoracotomy.
METHODS: Fourty patients were included in our study created as prospective and randomized. Cases were divided into two groups thoracic epidural morphine (TEM) or intravenous morphine (IM), of 20 patient, each. 0.5 mg morfin was given through epidural catheter as preemptive dose before anesthesia induction in TEM group. Patient-controlled analgesia (PCA) was performed for postoperative thoracotomy pain treatment. Visual Analogue Scale (VAS) were questioned at 0.,4.,16. and 24. hours in postoperative intensive care unit. Side effects were also recorded.
RESULTS: Between group-comparisons of TEM group at baseline (p<0.025) and 4th hour (p<0.009) found a statistically significant decrease in VAS scores. Intra-group comparisons in both groups, VAS scores showed a significant decrease at all times after 4th hour. There was no significantly differences between the groups on demand of PCA, total amount of analgesic and the amount of additional analgesics. Decrease in heart rate in both groups after 4th hour,compared with baseline values considered to be significant. No difference were found between groups in terms of complications.
CONCLUSION: aaaa

3.Retrospective Analysis of 100 Patients Underwent Lobectomy for Lung Cancer
Gönül Sağıroğlu, Burhan Meydan, İlker İskenderoğlu, Elif Çopuroğlu, Mustafa Küpeli, Çağatay Tezel, Aysun Mısırlıoğlu, Erdal Okur
doi: 10.5222/GKDAD.2013.016  Pages 16 - 22 (1691 accesses)
AMAÇ: Akciğer kanseri günümüzde kansere bağlı ölümlerin başta gelen nedenidir ve büyük çoğunluğu küçük hücreli dışı akciğer kanseridir. Çalışmamızda postoperatif yoğun bakım ünitesinde kalış süresini uzatan veya mortalite ve morbiditeyi arttıran risk faktörlerini araştırdık.
YÖNTEMLER: Ocak 2009-Ekim 2009 tarihlerinde lobektomi uygulanan olguların hastane kayıtları
geriye-dönük olarak incelendi. Cinsiyet, yaş, sigara, kanserin histopatolojik tipi, evresi, neoadjuvan tedavi, komorbid hastalıklar, FEV1, ASA (American Society of Anesthesiologists) skoru, lobektomi tarafı, cerrahi girişimler, anestezi süresi, yoğun bakıma entübe transport oranı, toplam kan/kan komponenti transfüzyonu, komplikasyonlar, yoğun bakım ünitesi ve hastanede kalış süresi ile mortalite sonuçları kaydedildi.


BULGULAR: Çalışmamızda olguların preoperatif FEV1 değeri %79.7 idi. ASA skorları 55 (%55)
ASA I, 22 (%22) ASA II, 23 (%23) ASA III idi. Anestezi süresi 218.81±81 dk idi. Olguların 93 (%93)’ü bir gün yoğun bakım ünitesinde kalmıştı. Neoadjuvan tedavi uygulanan %7 olguda (p<0.05) ve yoğun bakım ünitesine entübe olarak devredilen %14 olguda BPF gelişimi anlamlı yüksekti (p<0.005). Sleeve rezeksiyonlar (p<0.0001) ile BPF varlığı (p<0.05) mortaliteyi anlamlı olarak yükselten faktörlerdi. Hastanede ortalama kalış süresi 8.3 gün idi.

SONUÇ: Akciğer kanseri nedeniyle yapılan lobektomilerde mortaliteyi etkileyen BPF sıklığının
dikkatli anestezi ve özenli cerrahi girişim ile azaltılabileceği kanısındayız.


OBJECTIVE: Lung cancer, mostly non-small cell carcinoma is the leading cause of death (1). We investigated the risk factors that extend the duration of postoperative unit stay or increase the morbidity and mortality, in this study.
METHODS: Between January 2009 and October 2009 patients underwent lobectomy for lung cancer were retrospectively analyzed. Sex, age, smoking status, histopathology type, neoadjuvant treatment, co-morbid disease, FEV1, ASA(American Society of Anesthesiologists) score, side and type of lobectomy, length of anesthesia time of mechanical ventilation in ICU, number of transfusions, complications, length of ICU, hospital stay and mortality rates were recorded.
RESULTS: In this study, preoperative mean FEV1 value was 79.7%. ASA scores were; 55(55%) ASA I, 22(22%) ASA II, 23(23%) ASA III. The lengthy of anesthesia was 218.81±81 min. The development of BPF was significantly higher at 7% of the neoadjuvant treated patients (p<0.05) and at %14 of the patients transferred to the intensive care unit with a need of intubation tube. Sleeve resections (p<0.0001) and the presence of BPF(p<0.05) were the factors that significantly increase mortality. The mean length of hospital stay was 8.3 days.

CONCLUSION: We believe that the incidence of BPF affecting mortality after lobectomy for lung cancer can be reduce with careful anesthesia and attentive surgery.

4.Simulation Education Of Anaesthesiology And Reanimation Residents: Simmerk® Experience Of The Four Years
Kerem Erkalp, Fatma Yeşim Çokay Abut, Dilek Kitapçıoğlu, Gülay Aşık Eren, Mehmet Emin Aksoy, Cengiz Yumru, Ulufer Sivrikaya, Emel Koçer Gür, Naile Toprak, İnci Paksoy, Ayşenur Boztepe
doi: 10.5222/GKDAD.2013.023  Pages 23 - 30 (1580 accesses)
AMAÇ: Manken-simülatörler kullanılarak, gerçekçi bir ortamda yapılan simülasyon eğitimi uygulamaları tıpta giderek artmaktadır. Simülasyon eğitimi; anesteziyoloji ve reanimasyon asistanlarının klinik başarı ve verimliliklerinin arttırılması, yetki kullanımının değerlendirilmesi, acil serviste ve/veya ameliyathanede mevcut kaynakların yönetimi ve eğitimini geliştirmek için kullanılmaktadır.
YÖNTEMLER: T.C. Sağlık Bakanlığı İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü, Tıbbi Cihaz Test ve Simülasyon Merkezi (SIMMERK®)’nde, Ocak 2008 ile Ocak 2012 tarihleri arasında, İstanbul’daki eğitim ve araştırma hastanelerinde çalışan 375 anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanlık öğrencisi simülasyon eğitimi aldı. Bu eğitim sonrasında anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanlık öğrencilerinin cevaplandırdıkları anket sonuçları tarandı.
BULGULAR: SIMMERK®’teki simülasyon eğitiminin ilk dört yılı değerlendirildi ve simülasyon eğitiminin anestezi pratiğindeki yeri tartışıldı.
SONUÇ: Simülasyon eğitimi güvenli ve hata kabul edilebilir bir öğrenme ve öğretme şeklidir.
OBJECTIVE: Simulation-based education, using high fidelity mannequins in a realistic environment, is being increasingly used in undergraduate, postgraduate and continuing medical education. Simulation Education has been also used in a number of medical fields to improve training, clinical performance, competence assessment, and in emercency room or operating room resource management training for anesthesiology residents.
METHODS: 375 anesthesiology and reanimation residents (who worked in Istanbul) were educated in Medical Device and Simulation Center (SIMMERK®) between January 2008 and January 2012. Questionnaire results of these anesthesiology and reanimation residents’ were reviewed.
RESULTS: We evaluated the first four years of SIMMERK®, and simulation-based traning in anaesthesiology practise was discussed.
CONCLUSION: Simulation-based education is safe and mistake-forgiving environment to teach and learn for anesthesiology residents.

EXPERIMENTAL WORK
5.The Effectiveness of Bispectral Index Monitoring on Carotid Endarterectomy with General Anesthesia
Funda Gümüş, Kerem Erkalp, Sıtkı N. Şinikoğlu, Mehmet S. Sevdi, Abdülkadir Yektaş, Adil Polat, Nihan Kayalar, Ayşin Alagöl
doi: 10.5222/GKDAD.2013.031  Pages 31 - 36 (1306 accesses)
AMAÇ: Karotis endarterektomileri serebrovasküler olayların engellenmesinde kabul görmüş bir tedavidir. Emboli veya karotis klempinin kullanılması sonucu oluşan inme, karotis endarterektomsi uygulanan hastalarda en önemli perioperatif riski oluşturur. Karotis klempinin uygulanması sırasında oluşan serebral iskemi ve hipoperfüzyon tespiti için kullanılan pek çok serebral monitorizasyon tekniği mevcuttur. Bispektral indeks (BIS), elektroensefalografiden türetilmiştir ve peroperatif serebral iskemi teşhisinde kullanılabilir. Bu çalışmada genel anestezi altındaki olgularda karotis klempi süresince BIS değişikleri ve nörolojik hasar ilişkisi araştırıldı.
YÖNTEMLER: Bu çalışma elektif koşullarda karotis arter cerrahisi geçirecek olgularda prospektif olarak planlandı. Toplam 28 olgunun ameliyat öncesi özellikleri kaydedildi. Olgulara aynı anestezi protokolü ve monitorizasyon uygulandı. Tüm olgulara ameliyat öncesi BIS monitorizasyonu uygulanarak, değerler bazal, indüksiyon sonrası, cerrahi başlangıcı, karotis klempi (KK) öncesi, KK’nın 1., 2., 3., 5., 7., 10., 15., 17. ve 20. dk.’larda ve KK sonrası olarak kaydedildi. BIS değerleri ve gelişen nörolojik olayların ilişkisi incelendi.
BULGULAR: BIS seviyesi KK’nın yalnızca 2 ve 3. dk.’larında düştü. Bu azalma istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,05). Ancak takip eden dakikalar içinde hızla yükseldi. Klempin 1., 5., 7., 10., 15., 17. ve 20. dk.’larında, klemp öncesi değere göre anlamlı bir fark olmadı. Olgularda nörolojik defisit gözlenmedi.
SONUÇ: Karotis cerrahisi için çeşitli serebral monitorizasyon yöntemleri vardır. Ancak, serebral iskemi tespiti için mükemmel bir monitörden söz etmek mümkün değildir. Anestezist, beyin ve kalp için gerekli ortalama arter basıncının sağlanmasında çok dikkatli olmalıdır.
OBJECTIVE: Carotid endarterectomy (CE) is an established treatment in the prevention of cerebrovascular events. A stroke is the most significant perioperative risk for patients undergoing CE secondary to an embolism or carotid cross-clamping. Several cerebral monitoring techniques are available for detection of cerebral hypoperfusion and ischemia during the carotid cross-clamping. The Bispectral index (BIS) is derived from the electroencephalography and may be useful for the diagnosis of perioperative cerebral ischemia This study was aimed to investigate the BIS changes and associated neurological deficitis during carotid cross-clamping in patients under general anesthesia.
METHODS: This study was planned prospectively for patients undergoing elective carotid surgery. Preoperative characteristics were recorded for all patients. The same general anaesthetic protocol and anaesthetic monitorization were performed for all patients. The BIS was used in all patients. BIS measurements were made and recorded at baseline, after induction, at the beginning of surgery, before cross-clamping, at the 1st,2nd,3rd,5th,7th,10th,15th,17th and 20th minutes of clamping and after declamping. The relation of BIS measurements and occurrence of neurologic events were analyzed.
RESULTS: The BIS levels decreased significantly only at the 2nd and 3rd minutes after the clamping (p<0.05). However, BIS measurements increased rapidly afterwards. The BIS measurements did not increase significantly at 1st, 5th, 7th, 10th, 15th, 17th and 20th minutes after clamping. We did not observe any neurological deficit in none of the patients.
CONCLUSION: Several cerebral monitoring modalities are available for carotid surgery. However, none of the monitorization methods of cerebral ischaemia are perfect. Anaesthesiologists should be careful in order to provide sufficient mean arterial pressure for the brain and the heart.

CASE REPORT
6.Heparin Resistance and Management During Cardiopulmonary Bypass Operation in a Patient Who Had Previously Received Heparin Therapy
Hasibe Özlem Uğur, Mustafa Esat Çilcan, Ayfer Açıkgöz, Pınar Turgut, Bora Aykaç
doi: 10.5222/GKDAD.2013.037  Pages 37 - 41 (1946 accesses)
Bu yazıda kardiyopulmoner baypas sırasında karşılaşılan heparin direncine sahip bir olguyu ve tedavisini sunuyoruz. Önceden femoral arter embolektomisi uygulanan ve bu nedenle intravenöz heparin infüzyon tedavisi alan bir hasta, koroner arter baypas greft cerrahisi (KABG) operasyonuna alındı. Hasta, aortik kanülasyonun güvenle uygulanabilmesi için gerekli 400 sn üzeri aktive koagülasyon zamanına (ACT) ulaşabilmek için 800 IU/kg heparin ve 2 ünite taze donmuş plazmaya gereksinim duydu. Hastada önceki heparin tedavisine bağlı olarak heparin direnci gelişmiş olduğu düşünüldü. Heparin direnci gelişimi, dolaşımdaki antitrombin III'ün daha önceki heparinizasyon sonucu tüketilmiş olmasına bağlandı. Taze donmuş plazma ile tedavi etmek heparinin etkinliğini yerine getirdi. Bu olgu; ACT ölçümünün antikoagülasyonun değerlendirilmesinde ve olası bir heparin direnci olgusunun belirlenmesinde önemli bir yere sahip olduğunu göstermiştir.
In this paper, a case of heparin resistance and its management during cardiopulmonary bypass is reported. A patient with a history of femoral artery embolectomy was treated with intravenous heparin infusion prior to coronary artery bypass surgery. He
required 800 IU/kg of heparin and 2 units of fresh frozen plasma to increase his activated clotting time (ACT) to a therapeutic level that is over 400 seconds for safe institution of aortic cannulation. He was diagnosed as a probable heparin resistant case because of the prior heparin treatment. The development of heparin resistance was thought to be due to the consumption of circulating antithrombin III as a result of prior heparinisation. Treatment with fresh frozen plasma restored heparin effectiveness. This case has showed the pivotal role of ACT on the assessment of the efficiency of anticoagulation and the determination of possible case of heparin resistance.

7.Two Different Anesthesia Management of a Patient with Congenital Hypothyroidism and Bilateral Nephrolithiasis
Pınar Ergenoğlu, Oya Yalçın Çok, Şule Akın, Anış Arıboğan
doi: 10.5222/GKDAD.2013.042  Pages 42 - 44 (1158 accesses)
Konjenital hipotiroidizm tiroid hormonlarının konjenital eksikliği olup mental ve motor retardasyonla karakterizedir. Bu hastalarda büyük dil, kısa ve kalın boyun göze çarpan morfolojik özelliklerdendir. Hipotiroidili olgularda solunum ve santral sinir sistemi depresanlarına karşı duyarlılıkta artış olduğu bilinmektedir. Bu sunumda nefrolitiyazis nedeniyle perkütanöz nefrolitotomi uygulanan konjenital hipotiroidili bir hastadaki iki farklı genel anestezi protokolü ve postoperatif yoğun bakım ünitesindeki takibi literatür bilgileri eşliğinde tartışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Konjenital hipotiroidizm, nefrolitiyazis, genel anestezi
Congenital hypothyroidism is the congenital deficiency of thyroid hormones characterized by mental and motor retardation. Large tongue, short and thick neck are some morphologic features of the patiets. It is known that patients with hypothyroidism have increased sensibility to respiratory and central nervous system depressants. In this case report, we discussed two different protocols of general anesthesia and postoperative critical care unit follow-up of a patient with congenital hypothyroidism during two percutaneous nephrolithotomy sessions.
KEYWORDS: Congenital hypothyroidism, nephrolithiasis, general anesthesia

8.Bronchial Rupture Due to Endobronchial Intubation with Double-Lumen Tube
Burhan Dost, Sami Karapolat, İlknur Suidiye Şeker, Ali Kılıçgün, Ömür Öztürk, Onur Özlü
doi: 10.5222/GKDAD.2013.045  Pages 45 - 48 (1832 accesses)
Giriş: Postentübasyon trakeobronşiyal rüptür nadir görülen ciddi bir komplikasyondur.
Olgu sunumu: 50 yaşındaki kadın olguda nefes darlığı ve göğüs ağrısı şikâyetlerine neden olan sağ hemidiyafragma elevasyonu saptanmış ve diyafragma pilikasyonu amacıyla sağ torakotomi yapılmıştır. Sol çift lümenli endobronşiyal entübasyon tüpü ile entübe edilen olguda operasyon esnasında mediastinal amfizem gelişmiş ve sol ana bronş membranöz kısmında rüptür saptanmıştır. Bronşiyal rüptürün primer olarak tamir edildiği olgu postoperatif 8. günde sorunsuz olarak taburcu edilmiştir.
Sonuç: Çift lümenli endobronşiyal entübasyon tüpleri ile yapılan entübasyonlarda tüp ucu vokal kordları geçer geçmez stilenin çıkarılması rüptür riskini azaltacaktır. Bu olgularda perioperatif tanı ve erken primer tamir ile olumlu sonuçlar alınmaktadır.
Introduction: Postentubation tracheobronchial rupture is a rare serious complication.
Case report: In a case of 50 years-old woman, right diaphragmatic elevation causing dyspnea and chest pain complaints was found and right thoracotomy was applied for diaphragm plication. In the case entubated with left side endobronchial intubation tube, mediastinal emphysema occurred during the operation and rupture was found in membranous part of the left main bronchi. Bronchial rupture was repaired primary and the patient was discharged without any complications on the 8th day of postoperative.
Conclusion: Taking out style as soon as the tip of the tube passes vocal cords will lower the risk of rupture in the intubations with double lumen endobronchial tubes. In such cases positive results are found with perioperative diagnosis and early primary repair.

LETTER TO THE EDITOR
9.A Patient With Tracheostomy One-Lung Ventilation With Double-Lumen Tube
Hüseyin Toman, Hasan Şahin, Hasan Ali Kiraz, Dilek Ömür, Mesut Erbaş
doi: 10.5222/GKDAD.2013.049  Pages 49 - 50 (1184 accesses)
Abstract |Full Text PDF

10.Subclavian Vein Catheterization During Ear Pain
Selda Muslu, Dilek Kalaycı, Yağmur O. Tanrıverdi, Süheyla Ünver
doi: 10.5222/GKDAD.2013.051  Pages 51 - 52 (1143 accesses)
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale