ISSN 1305-5550 | e-ISSN 2548-0669
Journal of Cardio-Vascular-Thoracic Anaesthesia and Intensive Care Society - GKD Anest Yoğ Bak Dern Derg: 23 (4)
Volume: 23  Issue: 4 - 2017
REVIEW
1.Atrial Fibrillation After Cardiac Surgery
Murat Aksun, Keziban Eryılmaz, Hande Gürbüz Aytuluk, Senem Girgin
doi: 10.5222/GKDAD.2017.109  Pages 109 - 115 (937 accesses)
Postoperatif atriyal fibrilasyon (POAF) kardiyak cerrahi sonrası % 30-50 sıklıkla görülmektedir. Atriyal fibrilasyon (AF)’da normal uyarının kaynağı olan sinoatriyal düğüm yerine, çok sayıda uyarı atriyumlarda çok hızlı ve karmaşık bir ritim ortaya çıkarır. Bunun sonucunda atriyumlar yeterli bir kontraksiyon yapamadığından içindeki kanı da etkin bir şekilde ventrikülün içine aktaramazlar. AF patofizyolojisi multifaktöriyaldir vePOAF’da çoğunlukla geri döndürülebilen faktörler söz konusudur. Elektrolit bozukluklarının (hipokalemi, hipomagnezemi) düzeltilmesi, volüm durumunun optimizasyonu, kan gazı analizleri ile oksijenasyon durumunun ve asid-baz bozukluğunun düzeltilmesi, kanama kontrolü ve perfüzyon durumunun düzeltilmesi, enfeksiyonun kontrol altına alınması gibi atta yatan bozukluğun düzeltilmesine yönelik uygulamalar % 50 oranında POAF’u düzeltebilir. Tedavi yaklaşımında hız kontrolü, ritm kontrolü ve antikoagülan tedavi olarak 3 ana yöntem bulunmaktadır. Elektriksel kardiyoversiyon hemodinamik instabilitesi olan olgularda ilk uygulanacak tedavi yöntemidir.
Postoperative atrial fibrillation (POAF) occurs with an incidence of 30-50% after cardiac surgery. In atrial fibrillation (AF), instead of the sinoatrial node (the normal source) directing the electrical impulses, numerous different impulses fire at once, causing a very fast and chaotic rhythm in the atria. Because of this reason, the atria cannot contract and move blood effectively into the ventricle. Pathophysiology of AF is multifactorial and POAF is often associated with reversible factors. POAF can be reduced by 50% with interventions to treat underlying disorders including correction of electrolyte imbalance (hypokalemia, hypomagnesemia), optimization of volume condition, improving oxygenation and fixing acid-base disorders with arterial blood gases analyses, controlling bleeding and improving perfusion, controlling of infection. There are 3 main treatment strategies of atrial fibrillation: rate control, rhythm control, and anticoagulant therapy. For those who are hemodynamically unstable, electrical cardioversion is the first management method.

RESEARCH ARTICLE
2.Comparıson of Two Dıfferent Peep Levels in One Lung Ventilation
İncifer Siyahkoç, Nurgül Yurtseven, Ercan Siyahkoç, Suna Yaka, Tamer Okay
doi: 10.5222/GKDAD.2017.116  Pages 116 - 120 (1073 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, torakotomi ameliyatı geçirecek hastalarda tek akciğer ventilasyonu sırasında düşük tidal volümle (TV) birlikte uygulanan iki farklı ekspiryum sonu pozitif basınç (PEEP) düzeyinin solunum ve hemodinami üzerine etkilerini incelemek amacı ile yapıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemiz Eğitim Planlama Kurulu Onayı ve yazılı onamı alındıktan sonra torakotomi ameliyatı uygulanacak 40 hasta çalışmaya alındı. Tüm hastalar çift lümenli endotrakeal tüp ile entübe edilerek tek akciğer ventilasyonuna (TAV) geçildiğinde rastgele iki gruba ayrıldı. Grup 1(n: 20): TAV sırasında ventile olan akciğere TV: 6 ml/kg ve 5 cmH2O PEEP uygulanan hastalar, Grup 2(n: 20): TV: 6 ml/kg ve 10 cmH2O PEEP uygulanan hastalardan oluştu. Çalışma sırasında hastalardan arter kan gazı örneği alınarak T0: Supin pozisyon, indüksiyon öncesi, T1: indüksiyon sonrası çift akciğer ventilasyonu, T2: TAV 15 dk., T3: TAV 30 dk., T4: TAV 45 dk., T5: Supin pozisyon extübasyon öncesi, T6: Postop 6.saat olmak üzere 7 dönemde ortalama arter basınçları, kalp atım hızı, parsiyel oksijen basıncı, parsiyel karbondioksit basıncı, pik havayolu basıncı (PİP) ve plato basınç değerleri kaydedildi.
BULGULAR: İki grup ortalama arter basınçları ve kalp atım hızı açısından karşılaştırıldığında T1, T2, T3 ve T4 periyodlarında Grup 2’de istatistiksel olarak anlamlı düşme görülse de, değerler fizyolojik sınırlardaydı. Grup 2 hastalarında PaO2 değerlerinde yükselme ve PaCO2’de düşme anlamlı idi. TAV’na geçildiği T2, T3 ve T4 periyodlarında PİP ve plato basınçları Grup 2'de ki hastalarda anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.05)
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın sonunda torakotomi ameliyatları sırasında ventile edilen akciğere düşük TV ile 10 cmH2O PEEP uygulamasının hemodinamik ve solunum mekanikleri üzerine olumsuzluğa neden olmadan oksijenasyona olumlu katkılarda bulunduğu sonucuna varıldı.
INTRODUCTION: This study aims to analyze the effects of two different positive end expiratory pressure (PEEP) levels during single lung ventilation with low tidal volume (TV) in patients undergoing thoracotomy.
METHODS: After the Hospital Education Planning Board approval and written consent 40 patients with planned thoracotomy were enrolled in the study. All patients were intubated with double lumen endotracheal tube and one-lung ventilation (OLV) was initiated the patients were randomized into two groups. Group 1 (n: 20) consisted of patients with a lower lung ventilation of 6 ml/kg TV and 5 cm H2O PEEP; and Group 2 (n: 20) consisted of patients with a lower lung ventilation of 6 ml/kg TV and 10 cm H2O PEEP. Arterial blood gas samples were taken and mean arterial pressure, heart rate, partial oxygen pressure (pO2), partial carbondioxide pressure (pCO2), peak airway pressures (PİP), plateau pressure values were recorded at 7 different time points namely T0: Supine position, before the induction, T1: double lung ventilation after induction, T2: OLV 15 minutes, T3: OLV 30 minutes, T4: OLV 45 minutes, T5: pre-extubation, supine position, T6: Postoperative 6th hour.
RESULTS: Mean arterial pressure and heart rate values were significantly lower at T1, T2, T3 ve T4 periods in Group 2; however, this decrease was in physiological limit. Group 2 patients had significantly higher PaO2 and lower PaCO2 values. In time points T2, T3 and T4 when the patients were under OLV, PiP and Plateau pressures in Group 2 patients were significantly higher (p < 0.05)
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was concluded that low tidal volume and 10 cm H2O PEEP to the lower lung during thoracotomy yielded a positive contribution to oxygenation with negligible hemodynamic complications.

3.Factors Affecting Thrombocytopenia During ECLS After Open Heart Surgery
Deniz Çevirme, Rezan Aksoy, Ömer Faruk Şavluk, Emre Gürcü, Adile Ece Altınay, Halide Oğuş, Cüneyt Arkan, Mehmet Yanartaş, Murat Bülent Rabuş
doi: 10.5222/GKDAD.2017.121  Pages 121 - 125 (1475 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Trombositopeni Ekstrakorporeal Yaşam Desteği (ECLS) kullanımı sonrası klinik olumsuzluklara neden olmaktadır. Açık kalp cerrahisi uygulandıktan sonra ECLS uygulanması trombositopeniyi dahada derinleştirmektedir. Bu çalışmanın amacı açık kalp cerrahisi sonrasında ECLS kullanılan hastalarda oluşan trombositopeninin oluşumuna katkıda bulunabilecek olası nedenleri incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tüm hastalara açık kalp cerrahisi uygulanmış olup düşük debi gelişenlere ECLS desteği sağlanmıştır. Hastalar trombositopeni türlerine göre şiddetli, orta, hafif veya normal olarak 3 gruba ayrılmıştır. Kardiyopulmoner baypas için olası risk faktörleri çalışmaya alınmıştır.
BULGULAR: Toplam hasta sayısı 35 tir. 13 (37.1%) kadın, 22(62.9%) erkek hasta mevcuttur. ECLS öncesi tamamı kardiyopulmoner baypas altında opere edilmiştir. Operasyon öncesi (preoperatif) değerlerine bakıldığında trombosit ortalaması (57-387) 175.97±75.53 olarak bulunmuştur. Preoperatif dönemde orta seviye trombositopeniye sahip 12 hasta (%34.3) trombosit ortalaması 94.0 ±19.36, hafif veya normal trombositopeni seviyeye sahip 23 hasta (%65.7) trombosit ortalaması 218.73±55.26 bulunmuştur. Şiddetli trombositopeniye sahip hasta bulunmamaktadır. Preoperatif dönemden ilk 5 günlük takipte trombosit değerlerindeki düşme anlamlıdır. p<0.05.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Ekstrakorporeal dolaşım trombositopeni için risk faktörüdür. Açık kalp cerrahisi sonrası ECLS kullanımında derin trombositopeniden kaçınmak için santral yerine periferal yerleşim tekniğinin tercih edilmesinin uygun olduğu düşünülmektedir.
INTRODUCTION: Thrombocytopenia causes negative clinical outcomes after ECLS. ECLS procedure aggravates thrombocytopenia after open hearh surgery. The purpose of this study is to explore the possible causes of thrombocytopenia developed on patients with ECLS after open heart surgery.
METHODS: All the patient underwent open heart surgery. Patients who developed low cardiac output syndrome also had ECLS. The patients were grouped as severe, moderate and mild according to their thrombocyte levels.
Possible risk factors for cardiopulmonary bypass were included for the study.


RESULTS: Total number of patients is thirty five. Thirteen of them are women, twenty two of them are men. Before ECLS, all of them were operated under cardio-pulmonary bypass. Considering preoperative thrombocyte levels, average levels of thrombocyte was found as (57-387) 175.97±75.53. Twelve patients (34.3%) had moderate thrombocyte levels as 94.0 ±19.36. Twenty three (65.7%) patients had mild and normal levels of thrombocyte as 218.73±55.26. There are no patients who had severe thrombocyte levels. Decrease of thrombocyte levels from preoperative period to post operative five day period is statistically significant. p<0.05.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Extracorporeal circulation is a risk factor for thrombocytopenia. It is thought that to prevent severe thrombocytopenia during ECLS usage after open heart surgery, instead of central approach, peripheral approach of cannulation is more appropriate.

4.The Effects of Perioperative Autotransfusion on Postoperative Blood Transfusion in Cardiopulmonary Bypass Patients
Ali Kemal Gür, Esra Eker, Mahmut Yargı, Mehmet Kaplan
doi: 10.5222/GKDAD.2017.126  Pages 126 - 131 (2116 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Kalp cerrahisi operasyonlarda kardiyopulmoner baypasın hasta kan değerleri üzerine olumsuz etkileri bilinmektedir. Çalışmamızda koroner arter baypas cerrahisi uygulanan hastalarda akut normovolemik hemodilüsyon uygulamasının etkilerini araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma Siyami Ersek Göğüs, Kalp ve Damar Cerrahisi EAH'nde kardiyopulmoner baypas kullanılarak elektif koroner arter baypas cerrahisi planlanan 40 hasta üzerine yapıldı. Operasyon öncesi hematokrit değerleri erkek hastalar için % 36, kadın hastalar için % 40 ve üzeri olan olgular çalışmaya alındı.
BULGULAR: Ototransfüzyon yapılan Grup 1 (n=20) hastaların 18’i erkek ve 2’si kadın, yaş ortalamaları 54.7 ± 6, kontrol grubu Grup 2 (n=20) hastaların ise 17’i erkek, 3’ü kadın olmak üzere yaş ortalamaları 58.1 ± 9 olarak kaydedildi. Hematokrit değerleri kardiyopulmoner baypas döneminde ototransfüzyon grubunda kontrol grubuna göre düşük, operasyon sonunda ve hastane çıkışında yüksek bulundu (p < 0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda açık kalp cerrahisi yapılacak hastaların ek komorbidite faktörü yoksa perioperatif dönemde hastadan alınan ototransfüzyon kanının postoperatif dönemde allojenik kan ihtiyacını azalttığı görüldü. Tüm bu etkilerinden dolayı, kalp cerrahisinde ototransfüzyon yönteminin hemodinami, metabolik ve fonksiyonel sonuçlar üzerine olumlu etkileri nedeniyle güvenle uygulanabileceğini düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: It is known that cardiopulmonary bypass has negative effects on patient blood values during cardiac surgery operations. In our study, we aimed to investigate the effects of acute normovolemic hemodilution in patients whom underwent coronary artery bypass surgery.
METHODS: In our study we included a total number of 40 patients whom underwent elective coronary artery bypass grafting using a cardiopulmonary bypass in Siyami Ersek Chest, Cardiovascular Surgery Teaching Hospital. Male patients with a preoperative hematocrit value of 36% and above, female patients whose whose preoperative hematocrit values were above 40% were included in our study.
RESULTS: The mean age of group 1 (whom received an autotransfusion) (n = 20) which consists of 18 males and 2 females, was 54.7 ± 6 years. The mean age of the control group (Group 2) was 58.1 ± 9 (n = 20), 17 of them were male and 3 were female. Hematocrit values were found to be lower in the autotransfusion group in the cardiopulmonary bypass period than in the control group, higher at the end of the operation and at the discharge from the hospital (p <0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study, if there were no additional comorbidity factors for open heart surgery patients, blood taken for autotransfusion in the perioperative period reduced the need for allogeneic blood in the postoperative period. Based on all these factors, we think that autotransfusion in cardiac surgery can be performed safely because of its positive effects on hemodynamics, metabolic and functional outcomes.

5.Relationship Between Diameter of the Cannula, Vascular Access Site Used and Gender and the Pain Perception of Intravenous Injection of Propofol and Rocuronium
Onur Avcı, Salıh Yıldırım, Mehmet Fatıh Yörük, Ahmet Cemıl İsbır, Cevdet Düger, İdrıs Erşan, Canan Baran Ünal
doi: 10.5222/GKDAD.2017.132  Pages 132 - 138 (1049 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Propofolün enjeksiyon ağrısı en iyi bilinen, en sık karşılaşılan yan etkisidir ve
insidansı % 24-80’dir. Steroid yapılı, nondepolarizan bir kas gevşetici olan roküronyum da
enjeksiyon ağrısına sebep olabilen ajanlardandır. Çalışmamızda propofol ve roküronyum
enjeksiyon ağrısının algılanmasında, kullanılan damar yolunun yeri, kullanılan intraketin çapı ve cinsiyet ile ilişkisinin karşılaştırılmasını amaçladık.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya, 1 Haziran 2012 ve 31 Aralık 2012 tarihleri arasında
XXX Hastanesi ameliyathanesinde genel anestezi ile operasyonu planlanan 16-80
yaş arasında ASA I-II grubundan 637 hasta dahil edildi. Olgular intravenöz (iv) kanülasyon yeri ve kullanılan kanülün çapına göre dört gruba ayrıldılar. Grup 1 (el üstü 20 gauge), Grup 2 (antekubital bölge 20 gauge), Grup 3 (el üstü 22 gauge) ve Grup 4 (antekubital 22 gauge) olarak belirlendi.

BULGULAR: Hastaların demografik bulguları ve ilk hemodinamik parametreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı. Propofol enjeksiyonu esnasında; 637 hastanın 387 tanesi ağrı tepkisi göstermezken, 250 tanesi çeşitli derecelerde ağrı tepkisi verdiler. Aynı hastaların 335 tanesi roküronyum enjeksiyonu esnasında ağrı tepkisi tariflemezken, 302 tanesi çeşitli derecelerde ağrı tepkisi gösterdiler. Grup 3’ de propofol enjeksiyonunda erkeklerin %76.7’ si, kadınların %47.4’ ü ağrı tepkisi göstermediler. Aynı gruptaki erkek hastaların %53.3’ü, kadınların %47.4’ ü roküronyum enjeksiyonunda ağrı tepkisi göstermediler.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamıza katılan kadın hastaların erkek hastalara göre el üstü ve küçük çaplı intraketlerle açılan damar yollarında her iki ilacın enjeksiyonuna daha fazla ağrı tepkisi verdiğini tespit ettik.
INTRODUCTION: With an incidence of 24-80%,injection pain of propofol is it’s most well known and most frequent side effect. Recuronium, a steroidal nondepolarizing muscle relaxant, is also among agents which can cause injection pain. The goal of our study was to investigate the relevance of cannula diameter, location of vascular access and gender in pain perception of intravenous injection of propofol and rocuronium.
METHODS: 637 patients in ASA I-II groups between the ages of 16-80 were included in this study, whose operations were planned with general anesthesia in XXX Hospital between June 1st 2012 and December 31st 2012. Cases were divided into four groups according to cannulation location and cannula diameter as: Group 1 (hand 20 gauge), group 2 (antecubital zone 20 gauge), group 3 (hand 22 gauge) and group 4 (antecubital zone 22 gauge).
RESULTS: There was no significant difference between patients’ demographic factors and initial hemodynamic parameters. During propofol injection; while 387 out of 637 patients did not show pain reaction, 250 of them reacted at various degrees. During rocuronium injection of the same patients, while 335 of them did not describe any pain, 302 of them reacted variously. In group 3, 76.7% of men and 47.4% of women did not describe any pain with propofol injection. In the same group, 53.3% of men and 47.4% of women did not describe any pain with rocuronium injection.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We observed that compared to men, women included in our study showed more pain reaction to both drugs’ hand injections with small diameter branules.

6.Retrospective Evaluation of Tracheotomy Cases in Intensive Care Units
Asiye Doğan, Onur Avcı, Banu Eler Çevik, Canan Baran Ünal
doi: 10.5222/GKDAD.2017.139  Pages 139 - 145 (1463 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda; yoğun bakım ünitelerinde trakeotomi açılan olguların klinik sonuçları retrospektif olarak değerlendirilerek, yoğun bakımda trakeotomi işleminin hasta takibine ve klinik sonucuna katkısının ortaya konulması hedeflenmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 24 ay süre içinde takip edilen 116 trakeotomi olgusunun dosya kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, APACHIE II skorları, trakeotomi açılma günleri ve yöntemi, işleme ait komplikasyon, mortalite, weaning oranları ve klinik sonuçları ayrıntılı olarak incelendi.
BULGULAR: Trakeotomi açılma sebebinin genellikle uzamış entübasyona bağlı olduğu görüldü. 116 hastanın 18’inin cerrahi yöntemle, 98’inin perkütan yöntemle trakeotomi açıldığı görüldü. Yatış nedenlerine göre en yüksek hasta sayısı; nörolojik nedenli yatan hasta grubunda yer aldı. Kardiyak nedenli yatan hasta grubunda mortalite %100 olup taburcu hasta tespit edilmemiştir. Ek hastalık sayısının arttıkça mortalitenin arttığı, weaning oranının ise azaldığı görüldü. Yaş ile mortalite arasında da anlamlı bir ilişki tespit edildi. Trakeotomi açılma günü uzaması ile mortalite arasında hafif bir artış olmasına rağmen, istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki tespit edilmedi. Yaş arttıkça weaning oranının azaldığı görüldü. Ayrıca erkek cinsiyette weaning oranı daha yüksek bulunmuş olup,bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun bakım ünitelerinde uzamış entübasyonlardan sonra trakeotomiye geçilmesi hastalar için daha faydalıdır. Trakeotomi komplikasyonlarının uzamış endotrakeal entübasyon komplikasyonlarından daha az olduğu göz önünde bulundurulursa, bu işlem uzamış entübasyonlu hastalarda güvenle uygulanabilir. Ancak trakeotomi zamanlaması açısından spesifik bilgiler veren yeni çalışmalara ihiyaç olduğunu düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: We aimed to retrospectively evaluate the clinical outcomes of cases with tracheotomy in intensive care units and to reveal the benefits of tracheotomy on patient follow-up and clinical outcome.
METHODS: File records of 116 tracheotomy cases being followed-up over 24 months were reviewed retrospectively. Patients’ ages, genders, APACHIE II scores, day and method of tracheotomy, complications, mortality, weaning ratios and clinical outcomes were reviewed in detail.
RESULTS: Reason for tracheotomy was mostly due to extended intubation. Of 116 patients, 18 had surgical and 98 had percutaneous tracheotomy. Neurologic causes were the most observed reason for hospitalization. Mortality in the group hospitalized for cardiologic reasons was 100% and no patients were discharged. We observed that, as additional diseases increased, mortality also increased and weaning ratio decreased. There was a significant correlation between age and mortality. No significant correlation was observed between extended day of tracheotomy and mortality, despite a slight increase. Weaning ratio decreased as age increased. In addition, weaning ratios were found higher in males, which was statistically significant.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Tracheotomy is beneficial for patients after extended intubation in intensive care units. If we consider that tracheotomy has less complications than extended endotracheal intubation, this procedure can be safely applied to patients with extended intubation. However, more research is needed for specific information regarding tracheotomy timing.

CASE REPORT
7.Venous Stenosis Due to Central Venous Catheter in a Child who is Liver Transplant Recipient
Mehmet Ali Erdoğan, Yusuf Ziya Çolak, Osman Kaçmaz, Mehmet Kolu, Hüseyin İlksen Toprak
doi: 10.5222/GKDAD.2017.146  Pages 146 - 148 (923 accesses)
Santral venöz kateterizasyon klinik pratikte yaygın olarak uygulamaktadır. Santral venöz kateterizasyonun trombotik, stenotik ve infeksiyöz komplikasyonları yaşamı tehdit edicidir. Kronik hemodiyaliz hastalarının %5 ile 50 ‘sinde subkalvien vende stenoz oluştuğu bildirilmiştir. Özellikle yetişkinlerden daha küçük çapda damarlara sahip olduklarından çocuklarda santral kateterler; venöz stenoz riski taşıdığı düşünülmektedir. Bu sunuda; yaklaşık 30 gün önce karaciğer nakli nedeniyle opere olan ve sağ internal jugüler veninin normal olduğu görülen çocuk olguda, geçici santral venöz katater sonrasında gelişen venöz stenozu sunmayı amaçladık. Santral venöz kanülasyonun önemli bir komplikasyonu olan venöz stenozun geçici kanülasyon sonrasında ve kısa süre sonra gelişebileceği, ayrıca USG rehberliği ile bunun kolayca tespit edilebilmeciğini gördük.
Central venous catheterization is widely used in clinical practice. Thrombotic, stenotic and infectious complications of central venous catheterization are life threatening. It has been reported that 5 to 50% of patients with chronic hemodialysis had venous stenosis. It is thought that children have more the risk of venous stenosis than adult due to whose had vessels of a smaller diameter. In this presentation; we aimed to present venous stenosis that occured after transient central venous catheterization in a child who underwent liver transplantation approximately 30 days ago and who had normal internal jugular vein. We observed that venous stenosis which is an important complication of central venous cannulation can develop after temporary cannulation and shortly time, and can be easily detected with USG guidance.

8.Pneumothorax in tracheostomy patient with late onset
İbrahim Mungan, Sema Turan, Dilek Kazancı, Büşra Tezcan, Derya Ademoğlu, Sultan Sevim Yakın, Mehmet Erdem Çakmak, Çilem Bayındır Dicle
doi: 10.5222/GKDAD.2017.149  Pages 149 - 152 (3356 accesses)
Yoğun bakım ünitelerinde endotrakeal entübasyon uygulanan ve uzun süre mekanik ventilatöre bağlı kalacağı öngörülen hastalara trakeostomi açılması tavsiye edilmektedir. Perkütan trakeostomi (PDT) basit, komplikasyon hızı düşük ve hasta yatağında kısa sürede uygulanabilen bir yöntemdir. Yine de invaziv bir girişim olan PDT ile gelişebilen komplikasyonlar genelde hafif olmasına rağmen bazen pnömotoraks, pnömomediastinum gibi hayatı tehdit eden komplikasyonlar da bildirilmiştir. Bu vaka sunumunda Griggs yöntemi ile komplikasyonsuz açılan trakeostomiden 2 gün sonra gelişen pnömotoraks olgusunu inceledik.
Hastamız, 63 yaşında 92 kilo bayan hasta, aterosklerotik kalp hastalığı tanısı ile opere edilmişti. Operasyon yönünden herhangi bir sıkıntısı olmayan hasta uzamış entübasyon nedeni ile perkutan trakeostomi açılmasına karar verilerek kliniğimize devir alındı. Bronkoskopi eşliğinde Griggs tekniği ile trakeostomi açılan hastada,48 saat sonra subkutan amfizem ve pnömotoraks gözlendiğinden lokal anestezi altında toraks tüpü takıldı. Trakeostomi kanülü çekilip endotrekeal tüp ile tekrar entübe edilen hastada toraks tüpü takıldıktan sonra oksijen saturasyonu düzeldi. Ancak hasta 2 gün sonra kardiak arrest nedeni ile ex oldu.
Perkütan trakeostominin cerrahi yönteme göre üstünlükleri birçok çalışmada ortaya konulmuştur. Ancak bütün invazif girişimler gibi PDT’de tamamen masum değildir ve gelişebilecek en ciddi komplikasyonlardan biri de pnömotorakstır. Nispeten geç dönem olmasına rağmen pnömotoraks ihtimali perkutan trakeostomide akılda tutulmalı ve gerekli tedavi ve müdahale başlanılmalıdır.
The tracheostomy is recommended for endotracheal intubation applied patients who resumed to be mechanical ventilator dependent. Percutaneous tracheostomy (PDT) is simple with low complication rate and it can be applied as bed- side procedure. It is an invasive procedure and may lead to mostly mild complications but, life-threatening complications like pneumothorax and pneumomediastinum have been reported as well.In this case presentation we examine pneumothorax developed patient two days after uncomplicated tracheostomy with the Griggs method. Our patient was 63 years old female, with the diagnosis of atherosclerotic heart disease had been operated. In terms of operation no shortage was developed in patient. After admitting to our intensive care clinic because of prolonged intubation percutaneous tracheostomy was decided to perform. Bronchoscopy assisted PDT with Griggs technique was performed and no complication was observed within 48 hours. Two days after subcutaneous crepitation and decrease in oxygen saturation was observed. A chest tube was inserted under local anesthesia after confirmation of pneumothorax with chest X-ray. Tracheostomy cannula was drew and the patient intubated again. Oxygen saturation via treatment improved however 2 days later the patient died after a cardiac arrest.In many studies it has been shown that percutaneous tracheostomy is superior to surgical method. But like all invasive procedures PDT is not innocent attempt and one of the most serious complication is pneumothorax. Although it occured in relatively late period pneumothorax should be kept in mind and necessary treatment and interventions should start immediately.

9.Aortic Valve Replacement in a Patient with β-Thalassemia
Ali Sait Kavaklı, Nilgün Kavrut Öztürk, Raif Umut Ayoğlu, Muzaffer Yılmaz, Kadir Sağdıç, Ömer Haldun Tekinalp, Mustafa Emmiler, Kerem İnanoğlu
doi: 10.5222/GKDAD.2017.153  Pages 153 - 156 (901 accesses)
β-talasemi hastalarında elastik doku defektinin bir sonucu olarak kalp kapak hastalıkları görülebilmektedir. Bu hastalarda kapak replasmanı sonrası pulmoner komplikasyonlar ve protez kapakta hızlı tromboz oluşması ihtimali gözönünde bulundurulmalıdır. Bu olgu sunumu ile β-talasemi sebebiyle takip edilen hastada yapılan aort kapak replasmanı deneyimimizi sunmayı amaçladık.
β-talasemi major tanısıyla takip edilen 27 yaşında erkek hastanın ekokardiyografi incelemesinde ciddi aort darlığı ve yetmezliği, sol ventrikül disfonksiyonu (EF: %40), sol ventrikül dilatasyonu ve aortta 80 mmHg sistolik gradient saptandı. Pulmoner arter basıncı 55 mmHg bulundu. Anamnezinde 10 yıl önce geçirilmiş splenektomi öyküsü mevcuttu. Hastaya aortik kapak replasmanı planlandı ve bileaflet mekanik kapak replasmanı yapıldı. Hastaya postoperatif 24 saat içinde toplam 3 ünite eritrosit süspansiyonu replase edildi. Kontrol ekokardiyografisinde normal aort kapak fonksiyonları tespit edildi ve maksimum sistolik gradient 15 mmHg ölçüldü. INR değeri 3-3,5 arasında olacak şekilde oral kumadin tedavisi başlandı. Ameliyat sonrası 5. gününde taburcu edildi.
β-talasemi hastalarında artmış tromboz eğilimi gözönünde bulundurularak kapak replasmanı sonrası yakın takip gerekmektedir. Uygun antikoagulan tedavi hastada mevcut predispozan faktörler değerlendirilerek planlanmalıdır.
Heart valve diseases can be seen as a consequence of elastic tissue defect in β-thalassemia patients. The possibility of pulmonary complications and rapid thrombosis of the prosthetic valve after valve replacement should be considered in these patients. In this case report, we aimed to present our experience of aortic valve replacement in a patient with β-thalassemia.
Transthoracic echocardiography of a 27-year-old male patient followed-up with ß-thalassemia major revealed severe aortic stenosis and regurgitation, left ventricular dysfunction (EF: 40%), left ventricular dilatation and maximum systolic pressure gradient of 80 mmHg across the aortic valve. Pulmonary artery pressure was 55 mmHg. According to his medical history, he had undergone splenectomy at age 17. Aortic valve replacement was scheduled for the patient and bileaflet mechanical valve replacement was performed. A total of 3 units of erythrocyte suspension were transfused within 24 hours postoperatively. Postoperative transthoracic echocardiography showed normal aortic valve function and a maximum systolic gradient of 15 mmHg. The patient was started on coumadin with a target INR of 3.0 to 3.5. He was discharged on the 5th postoperative day.
Close follow-up after valve replacement is required, considering the increased thrombosis tendency in patients with β-thalassemia. Appropriate anticoagulant therapy should be planned by evaluating the predisposing factors in patients.

10.Determination of the Epidural Catheter Withdrawal time in Patients Mistakenly Given Clopidogrel and Aspirin in the Early Postoperative Period
Jülide Ergil, Kevser Peker, Derya Özkan, Aslı Dönmez, Alp Dolgun
doi: 10.5222/GKDAD.2017.157  Pages 157 - 160 (1230 accesses)
Postoperatif erken dönemde epidural kateter takılı iken yanlışlıkla klopidogrel ve aspirin verilen hastada kateter çekilme zamanının belirlenmesi
Nöroaksiyel blok uygulamalarına bağlı bir çok komplikasyon gelişebilmektedir. Epidural hematom, kateter yerleştirilmesi sırasında gelişebileceği gibi kateter çekilmesini takiben de gelişebileceğinden antikoagülan kullanan hastalarda hem epidural kateter yerleştirilmesi hem de çekilmesi özellik gerektirir. Bu olgu sunumunda, kombine spinal epidural anestezi ile aorta sağ iliak arter bypass greftlemesi yapılan ve postoperatif erken dönemde kateter çekilmeden önce cerrahi ekip tarafından oral 75 mg klopidogrel ve 100 mg salisilat başlanan hasta sunulmaktadır
There are many complications due to neuroaxial block applications. Because of epidural hematoma may develop during catheter placement as it may develop following catheter withdrawal, patients with anticoagulant therapy require attention both epidural catheter placement and withdrawal. In this case report, we present a patient who underwent aortic right iliac artery bypass grafting with combined spinal epidural anesthesia and given 75 mg clopidogrel or 100 mg salicylate by the surgical team before catheter removal in the early postoperative period.

LookUs & Online Makale