ISSN 1305-5550 | e-ISSN 2548-0669
Göğüs-Kalp-Damar Anestezi ve Yoğun Bakım Derneği Dergisi - GKD Anest Yoğ Bak Dern Derg: 25 (3)
Cilt: 25  Sayı: 3 - 2019
1.
Kapak
Cover

Sayfa I (673 kere görüntülendi)

2.
İçindekiler
Contents

Sayfalar II - V (722 kere görüntülendi)

3.
Yayın Politikaları ve Yazım Rehberi
Publication Policies and Writing Guide

Sayfalar VI - XI (599 kere görüntülendi)

ARAŞTIRMA
4.
Olağan Şüpheli: Non-Kardiyak Cerrahi Sonrası Miyokardiyal Hasarlanma ve İnfarktüs
Usual suspect: Myocardial Injury and Infarction After Non-Cardiac Surgery
Eda Balcı, Ülkü Sabuncu, Aslı Demir, Mustafa Bindal, İpek Zöhre, Cavit Ceylan, Ayşegül Özgök
doi: 10.5222/GKDAD.2019.52244  Sayfalar 145 - 151 (1118 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Postoperatif 30-günlük mortalitenin semptomatik ve sessiz miyokardiyal hasarlanmalara bağlı olarak arttığı ve bu riskin uzun vadede de devam ettiği gözlenmiştir.Çalışmamızın primer amacı, hastanemizde ürolojik cerrahi geçiren 45 yaş ve üstü hastaları, postoperatif 1 yıllık dönemde miyokardiyal infarktüs öyküsü açısından araştırmaktır. Sekonder amacı ise erken postoperatif dönemde miyokardiyal infarktüs açısından riskli olabilecek hastaların ne kadar doğru değerlendirildiği ve nasıl bir kardiyak izlem yapıldığını belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ürolojik cerrahi geçiren 45 yaş ve üstü 900 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. Preoperatif eşlik eden hastalıkları ve myokardiyal infarktüs hikayeleri kayıt edildi. Postoperatif Hs-troponinT değerlerine (eğer çalışıldı ise) ulaşıldı. Hastalara 1 yıllık mortalite ve kardiyak olay soruşturması için telefon ile ulaşıldı.
BULGULAR: Çalışmamıza 608 hasta dahil edimiştir. Postoperatif bir yıllık dönemde hastaların % 6.7(41 hasta) oranında MI tanısı aldığı görülmüştür. Bu oran 65 yaş ve üzeri hastalarda % 10.8 olarak bulunmuştur. MI sebebiyle 30-günlük mortalite görülen hasta sayısı 3 (%0.49) olduğu görülmüştür. 1 yıllık mortalite görülen hasta sayısı 25(%4.1) olarak bulunmuştur.MI tespit edilen 41hasta değerlendirildiğinde; 26hastada KAH, 12hastada DM, 11hastada KKY olduğu tespit edilmiştir. Ancak bu hastalardan 7’sinde postoperatif EKG, CK-MB ve troponin değerlendirilmiş olup, kardiyoloji konsultasyonu istendiği görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmanın sonuçları gösteriyor ki, perioperatif sessiz ve bariz miyokardiyal hasarı tespit etmede yetersiz kalmaktayız. Özellikle ileri yaşlı ve ko-morbiditeleri olan hastalarda, postoperatif troponin takibinin oldukça önemli olduğu düşünmekteyiz. Günübirlik cerrahi geçirmiş bile olsa, riskli hastalarda kardiyak izlemlerinin yapılmasını önermekteyiz.Çünkü yapılan basit kardiyak izlemler (troponin, EKG, ağrı takibi), klinisyenlere hastalarda gerekli olabilecek ileri kardiyak girişimler için (kardiyak kateterizasyon, perkutan kardiyak girişimler, cerrahi, yoğun bakıma transfer) önemli bilgiler verecektir.
INTRODUCTION: It was observed that postoperative 30-day mortality increased due to symptomatic and silent myocardial damage and this risk continued in the long term. The primary aim of our study was to investigate the history of myocardial infarction in a 1-year period for patients aged 45 years and older who underwent urological surgery in our hospital. The second aim of this study was to determine how accurate the patients in the early postoperative period might be at risk for myocardial infarction and to determine how a cardiac follow-up was performed.
METHODS: The files of 900 patients aged 45 years and over who underwent urological surgery were analyzed retrospectively. Preoperative comorbidities and myocardial infarction were recorded. Postoperative Hs-troponinT values (if studied) were reached. Patients were contacted by phone for 1 year mortality and cardiac event investigation.
RESULTS: 608 patients were included in our study. In the postoperative one-year period, patients were diagnosed with MI at a rate of 6.7% (41 patients). This rate was found to be 10.8% in patients 65 years and older. The number of patients with 30-day mortality due to MI was 3 (0.49%). The number of patients with 1-year mortality was found to be 25 (4.1%). 26 patients had CAD, 12 patients had DM, 11 patients had CHF. However, postoperative ECG, CK-MB and troponin were evaluated in 7 of these patients and cardiology consultation was requested.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The results of this study show that we are insufficient to detect perioperative silent and obvious myocardial damage. We think that postoperative troponin follow-up is very important especially in patients with advanced elderly and co-morbidities. We recommend performing cardiac follow-ups in risky patients even if they have had daily surgery. Because simple cardiac follow-ups (troponin, ECG, pain follow-up) are important for advanced cardiac interventions (cardiac catheterization, percutaneous cardiac interventions, surgery, intensive care) that may be required in patients.

5.
Kardiyak cerrahi sonrası akut böbrek hasarı süresi mortaliteyi etkiler
Duration of acute kidney injury after cardiac surgery effects mortality
Gülçin Patmano, Mehmet Tercan, Ahmet Kaya, Durdu Karakız
doi: 10.5222/GKDAD.2019.04909  Sayfalar 152 - 159 (754 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Akut böbrek hasarı (ABH) gelişimi kardiyak cerrahiden sonra nadir görülmeyen, ciddi bir komplikasyondur ve sıklıkla yüksek morbidite ve mortalite riski taşır. Diyaliz ihtiyacı olan hastaların hastane içi mortalite oranları % 70'lere kadar çıkabilmektedir.
Amacımız hastanemizde 8 yıllık periyod içerisinde yapılan kalp cerrahisi uygulamalarından sonra gelişen ABH olgularını inceleyerek ABH gelişim risk faktörlerini ve ABH gelişimi ile ortaya çıkan sonuçları belirlemekti.


YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif olarak Ocak 2010 - Eylül 2018 yılları arasında kliniğimizde kardiyovasküler cerrahi geçiren 594 hasta çalışmaya alındı. Demografik özellikler, preoperatif risk faktörleri, intraoperatif değişlenler, yoğun bakım verileri ile mortalite oranları kaydedildi. Anlamlı olan verilerden klinik olarak önemi olanlar tekrar ABH günlerine göre 1-3 günlük ABH (Grup 1), 3-7 günlük ABH (Grup 2) ve ≥7 günlük ABH (Grup 3) grubu olarak üç gruba ayrıldı.
BULGULAR: Hastaların % 31,1 inde ABH gözlendi. Bu hasta grubunun entübasyon süresi (p<0,001), yoğun bakım yatış süresi(p<0,001) hastane yatış süresi(p<0,001), exitus gün ortalaması (p<0,001) anlamlı olarak daha uzundu.
ABH gelişen grupta Grup 1 hariç tüm alt gruplarda yoğun bakım yatış süresi (sırasıyla p=0,001; p<0,001) ile hastane yatış süresi (sırasıyla p<0,001;p=0,001) anlamlı olarak daha uzundu. Yalnızca Grup 3'te exitus gün ortalaması daha uzundu ( p=0,002).

TARTIŞMA ve SONUÇ: Kardiyak cerrahiden sonra mortalite ve morbiditeyi etkileyen faktörler arasında ABH gelişimi önemli yer tutmaktadır. Sadece kardiyak cerrahiden sonra ABH gelişimi değil, esas olarak ABH süresi, yoğun bakım yatış süresi, hastane yatış süresi ve mortalite ile doğru orantılıdır.
INTRODUCTION: Acute Kidney Injury (AKI) development is not a rare complication after cardiac surgery, and is often associated with a high risk of morbidity and mortality. In-hospital mortality rates of patients in need of dialysis can reach up to %70.
Our aim was to determine the AKI developmental risk factors and the results of AKI development by examining the cases of AKI developed after cardiac surgeries performed in our hospital in 8 years period.


METHODS: 594 patients who underwent cardiovascular surgery between January 2010-September 2018 were included in the study retrospectively. Clinically important ones among the significant data divided into three groups again as 1-3 days AKI (Group 1), 3-7 days AKI (Group 2) and ≥7 days AKI (Group 3) according to AKI days.
RESULTS: AKI was observed in 31.1% of the patients. Duration of intubation(p <0.001), duration of intensive care unit(ICU) stay (p <0.001), duration of hospital stay (p <0.001) and exitus day average(p <0.001) were significantly longer in this patient group.
Duration of ICU stay (p = 0.001; p <0.001, respectively) and duration of hospital stay (p <0.001; p = 0.001, respectively) was significantly longer in AKI group, in all sub-groups except for Group 1. Exitus day average was longer just in Group 3 (p = 0.002).
DISCUSSION AND CONCLUSION: AKI development is one of the important factors affecting mortality and morbidity after cardiac surgery. It is directly proportionate not only to AKI development after cardiac surgery, but also fundamentally to duration of AKI, duration of ICU stay, duration of hospital stay and mortality.

6.
Çocuklara anatomik tarif ve ultrasonografi eşliğinde perkütan santral venoz kateter takılması yöntemlerinin karşılaştırılması tek merkez deneyimi
The comparison of anatomical description and ultrasound-guided percutaneous central venous catheter insertion methods single center experience
Yahya Yıldız, Mustafa Özer Ulukan, Emir Cantürk, Yaşar Gökhan Gül, Korhan Erkanli, Yavuz Demiraran, Murat Uğurlucan, Halil Türkoğlu
doi: 10.5222/GKDAD.2019.16056  Sayfalar 160 - 166 (859 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Pediatrik kardiyak anestezist tarafından ultrasonun yaygın olarak kullanılması ile zaman ve malzeme tasarrufu ile birlikte başarılı girişim sayısı artmış, komplikasyonlarda da azalma olmuştur. Bu çalışmada çocuklara iki farklı yöntem olan anatomik tarif (AT) ve Ultrasonografi (US) eşliğinde perkutan santral venöz kateter (SVK) takılması yöntemlerini karşılaştırdık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: On kilogramın altında, toplam 293 vaka, rasgele, retrospektif olarak; AT (n=151) ve US (n=142) eşliğinde kateterizasyon yapılanlar olarak iki gruba ayrıldı. SVK sağ/sol internal juguler ven (İJ), sağ/sol femoral ven (FV) ve sağ/sol subklaviyan venden (SKV) takıldı. Karşılaştırılan parametreler: demografik veriler, kateterin takıldığı yer, girişim sayısı, işlemi bitirme süresi, cerrahi kateter takılma sayısı, komplikasyonlar idi.
BULGULAR: Grupların demografik verileri; yaş (1 gün- 4.5 yaş), ağırlık (560 gr-10 kg), boy (23-103 cm) ve cinsiyetleri arasında fark yoktu (p>0,05). SVK takıldığı yerler sırası ile % olarak: sağ İJ/sol İJ/sağ FV/ sol FV/ sağ SKV /cerrahi femoral ven/sağ atriyum; AT de 82/6/6/2/2/2, US’de 89/9/1/0/0/0 (p<0,05). SVK girişim sayısı: AT grubunda 1-26 (6,7±17,7) kez ve US grubunda ise 1-4 (1,23 ±0,5) kez idi (p<0,05). SVK takma süresi: AT grubunda 16-231 (45,2±47,5) dakika ve US grubunda ise 11-82 (16,1±13,8) dakika idi (p<0,05). Komplikasyonlar: kanama, hematom, dolaşım bozukluğu, sinir hasarı, uzamış yatış, mortalite sırası ile % olarak; AT’de 11/9/7/3/4/1, US’de %1/2/0/0/0/0 idi (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Pediatrik kardiyak anestezide kateterizasyonlar anatomik tarif veya ultrason eşliğinde yapılabilir; fakat ultrason eşliğinde yapılması; zaman ve başarılı girişim yönünden iyileşmeye neden olurken, komplikasyonlarda da azalmaya neden olacağı kanısındayız.
INTRODUCTION: With the widespread use of ultrasound by the pediatric cardiac anesthesiologist, the number of successful interventions with time and material saving increased and complications decreased. In this study, we compared the methods of insertion of two different methods, anatomic definition (AD) and ultrasonography (US) with percutaneous central venous catheter (CVC).
METHODS: A total of 293 cases, under 10 kg, randomly, retrospectively; AD (n=151) and US (n=142) were divided into two groups. The CVC was inserted into the right/left internal jugular vein (IJ), the right/left femoral vein (FV), and the right/left subclavian vein (SCV). Compared parameters: demographics, catheter insertion site, procedures, durations, number of surgical catheter insertion and complications.
RESULTS: Demographic data of the groups; in age (1 day-4.5 years), weight (560 gr-10 kg), height (23-103 cm) and gender was no difference (p≥0.05). CVC insertion in %: right/left IJ, right/left FV, right SCV, surgical femoral vein/right atrium; In the AD at 82/6/6/2/2/2, in US 89/9/1/0/0/0 (p<0,05). The number of CVC interventions were 1-26 (6.7±17.7) times in the AD group and 1-4 (1.23±0.5) in the US group (p<0.05). The duration (minute) of CVC insertion was 16-231 (45.2±47.5) in the AD group and 11-82 (16.1±13.8) in the US group (p<0.05). Complications was: bleeding, hematoma, circulatory disorder, nerve damage, prolonged hospitalization, mortality in %; AD 11/9/7/3/4/1, US 1/2/0/0/0/0 (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Catheterization in pediatric cardiac anesthesia can be done by anatomical description or ultrasound; but with ultrasound guidance; We believe that it causes a decrease in the complications while leading to an improvement in time and successful intervention.

7.
Fontan operasyonu sonrası mortalite morbidite prediktörü olarak albumin, globulin ve albumin-globulin oranı
Albumin, globulin and albumin-globulin ratio as a predictor of mortality, morbidity after Fontan operations
Ömer Faruk Savluk, Fusun Güzelmeriç, Yasemin Yavuz, Fatma Ukil, Abdullah Arif Yilmaz, Berra Zumrut Tan Recep, Hakan Ceyran
doi: 10.5222/GKDAD.2019.20633  Sayfalar 167 - 174 (867 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Fontan prosedürü uygulanan hastaların albümin, globülin skoru ve albümin - globülin oranının (AGR) mortalite ve morbidite prediktörü olarak değerlendirilmesi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif bir çalışmada, Fontan prosedürü uygulanan 56 çocuğun serum albümini, globülin konsantrasyonları ve albümin-globülin oranı değerlendirildi. Hastalar iki gruba ayrıldı. Grup 1 taburcu olan 44 hastadan, Grup 2 ise ameliyattan sonra ölen 12 hastadan oluşuyordu. Mortalite ve morbiditeyi öngörmek için postoperatif albümin ve AGR'nin optimum kesim seviyeleri belirlendi
BULGULAR: Ameliyat sonrası yoğun bakımda 12 hasta kaybedildi. Ameliyat sonrası albümin ve globülin değerleri gruplar arasında farklılık göstermedi ancak ameliyat sonrası albümin ve albümin-globülin oranı gruplar arasında anlamlı olarak farklı bulundu (sırasıyla, p = 0.002, p = 0.03) Ameliyat sonrası albümin, 3,46 değerinde bir kesim değeri kullanarak,% 79 duyarlılık ve% 83 özgüllük ile mortalite için bağımsız bir prediktör olmuştur. 1,67 değerinde bir kesim değeri kullanılarak, ameliyat sonrası AGR % 75 duyarlılık ve% 89 özgüllük ile mortalite için bağımsız bir prediktör olmuştur.Ameliyat sonrası albümin <3,46, mortalite riskinde onbir kat bir artışla ilişkiliydi (OR 11;% 95CI 0,27-1,10; p = 0,002), Postoperatif AGR <1,67, mortalite riskinde dört kat artışla ilişkiliydi (OR 4,4;% 95CI 0,016-0,78; p = 0,04).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Postoperatif albümin ve AGR, Fontan ameliyatı geçiren hastalarda genel mortalite ve morbiditeyi öngörmede kullanışlı ve etkili bir araçtır.
INTRODUCTION: Assess of the albumin, globulin score and albumin to globulin ratio (AGR) as a predictor of mortality and morbidity of patients with underwent Fontan procedure.
METHODS: In a retrospective study, we evaluated serum albumin, globulin concentrations, and albumin- globulin ratio of 56 children with underwent Fontan procedure.Patients divided into two groups. Group 1 consisted of 44 patients who were discharged, and Group 2 consisted of 12 patients who were deceased after surgery.Patients' preoperative and postoperative serum albumin, globulin and albumin globulin rates (AGR) were measured. Receiver-operating characteristic (ROC) curve analysis was used to determine the optimum cut-off levels of the postoperative albumin and AGR to predict mortality.
RESULTS: 12 patients died during the intensive care unit stay following surgery.The preoperative albumin and globulin values were not different between groups but the postoperative albumin, and albumin-globulin ratio were found to be significantly different between groups (respectively, p = 0.002, p = 0.03) Using a cut-off value of 3,46, the postoperative albumin predicted mortality with a sensitivity of 79% and specificity of 83%.Using a cut-off value of 1,67, the postoperative AGR predicted mortality with a sensitivity of 75% and specificity of 89%.multivariate models, the postoperative albumin<3,46 was associated with a eleven-fold increase in the risk of mortality (OR 11;%95CI 0,27-1,10; p=0,002), the postoperative AGR<1,67 was associated with a four-fold increase in the risk of mortality (OR 4,4;%95CI 0,016-0,78;p=0,04).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Postoperative albumin and AGR are a convenient and effective tool to predict the overall mortality and morbidity in patients undergoing Fontan operations.

8.
Proksimal Torakal Aort Cerrahisinde Yan Greft Axiller Arter Kanülasyonu
Side Graft Axillary Artery Cannulation in Proximal Thoracic Aortic Surgery
Semih Murat Yücel, Serkan Burc Deser, Mustafa Kemal Demirağ
doi: 10.5222/GKDAD.2019.69672  Sayfalar 175 - 180 (758 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Kardiyopulmoner bypass sırasında en sık tercih edilen arteriyel kanülasyon bölgesi asendan aortadır. Ancak proksimal torakal aort segmentlerini içeren patolojilerin cerrahi tedavisinde alternatif arteryel kanülasyon bölgelerine ihtiyaç duyulabilmektedir. Bu amaçla da geçmiş yıllarda femoral arter sık kullanılmakta iken günümüzde aksiller arter kanülasyonu çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Aksiller arter direkt kanüle edilebileceği gibi yan greft tekniği ile indirekt kanülasyon da yapılabilir. Biz bu çalışmada yan greft aksiller arter kanülasyonu tekniği ile opere ettiğimiz proksimal torakal aort patolojisi olan hastaların sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemizde Ocak 2008 - Aralık 2018 tarihleri arasında yan greft aksiller arter kanülasyonu tekniği ile proksimal torasik aort patolojileri nedeniyle opere edilen 46 hasta retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Bu 46 hastanın tamamında yan greft aksiller arter kanülasyon tekniği başarılı olarak uygulandı. Hiçbir hastada aksiller arter hasarı gözlenmedi. Hiçbir hastada sağ üst ekstremitede kalıcı nörolojik defisit gelişmedi. Hiçbir hastada aksiller kanülasyon bölgesinde enfeksiyon yoktu. 10 hastada (% 21.7) hastane mortalitesi saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Günümüzde proksimal torasik aort ameliyatları için giderek daha fazla tercih edilen periferik kanülasyon yöntemi aksiller arter kanülasyonudur. Bu yöntemin en önemli avantajı antegrad serebral ve sistemik perfüzyon sağlaması ve retrograd embolizasyon riskinin olmamasıdır. Aksiller arter kanülasyonuna bağlı olarak lokal komplikasyonlar (örn. brakiyal pleksus ve aksiller arter hasarı) ortaya çıkabilir. Yan greft aksiller kanülasyon tekniğinin kullanılması bu komplikasyonların gelişme riskini azaltabilir. Biz de çalışmamızda yan greft aksiller arter kanülasyonu tekniği ile opere edilen hastalarımızda tercih edilen kanülasyon bölgesi nedeniyle herhangi bir lokal veya sistemik komplikasyonla karşılaşmadık.
INTRODUCTION: The most preferred arterial cannulation region during cardiopulmonary bypass is ascending aorta. However, alternative arterial cannulation regions may be needed in the surgical treatment of pathologies involving proximal thoracic aortic segments. For this purpose, femoral artery is frequently used in past years, but nowadays axillary artery cannulation is widely used. Axillary artery cannulation can be performed either directly/indirectly. In this study, we aimed to evaluate outcomes of patients who were operated due to proximal thoracic aortic pathology with side graft axillary artery cannulation.
METHODS: Forty-six patients who operated due to proximal thoracic aortic pathologies with side graft axillary cannulation technique between January 2008- December 2018 in our hospital were evaluated retrospectively.
RESULTS: Side graft axillary cannulation technique was successfully applied in all patients. Axillary artery injury did not occur in any patient. No permanent neurological deficit developed at the right upper extremity and there was no infection at cannulation region in any patient. There were 10 (21.7%) patients with hospital mortality.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Nowadays, increasingly preferred peripheral cannulation method is axillary cannulation for proximal thoracic aortic operations. The most important antadvantages of this method are presence of antegrade cerebral/systemic perfusion and absence of retrograde embolization risk. Local complications (e.g. brachial plexus/axillary artery injury) due to cannulation of the axillary artery may occur. Using side graft axillary cannulation technique can reduce risk of developing these complications. In our study, we did not encounter any local/ systemic complications due to preferred cannulation region in our patients who were operated by side graft axillary artery cannulation technique.

9.
Açık Kalp Cerrahisi Sonrası Ventilatörle İlişkili Pnömoni: Risk Faktörleri
Ventilator Associated Pneumonia After Open Heart Surgery: Risk Factors
Abbas Köse, Nurgul Yurtseven, İpek Yakın Düzyol
doi: 10.5222/GKDAD.2019.00719  Sayfalar 181 - 189 (823 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Ventilatör ilişkili pnömoni(VİP) yoğun bakım ünitelerinde sık görülen infeksiyonlardır. Mortalite oranın yüksek olması, hastanede kalış süresinin uzaması ve hastane maliyetlerindeki artışnedeniyle önem arzetmektedir. Bu çalışmada, açık kalp cerrahisi geçirmiş hastalarda VİP ile ilişkilirisk faktörlerinin saptanması amaçlanmaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmadaelektif açık kalp cerrahisi yapılan 178’i kadın, 421’i erkek toplam 599 olgu prospektif olarak bu çalışmaya alındı. Mekanik ventilatöre bağlı olup 48 saat geçmesine rağmen ekstübe edilemeyen olgular iki gruba ayrıldı. Grup 1: Klinik olarak VİP düşünülen ve endotrakeal aspiratında (ETA) üremesi olan hastalar(29 hasta), Grup 2: Kontrol grubu(570 hasta).
BULGULAR: Tek değişkenli analizde yaş, Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı(KOAH), Pulmoner Hipertansiyon(PHT), geçirilmiş miyokard infarktüsü(Mİ), ejeksiyon fraksiyonun(EF) düşük olması, krosklemp ve pompa süresinin uzun olması, inotropik destek, intraaortik balon pompası(İABP) ve hemofiltrasyon kullanımı, atrial fibrilasyon(AF), reentübasyon, nasogastrik tüple enteral beslenme, reoperasyon, nörolojik disfonksiyon,steroid kullanımı, kan kullanımı, hipoalbüminemi ve dekübit ülser varlığı VİP ile ilişkili risk faktörleri olarak saptanmıştır. Lojistik regresyon analizine göre 72 saatten uzun entübasyon süresi, reentübasyon, KOAH, geçirilmiş MI, steroid kullanımı, AF, nörolojik disfonksiyon VİP için bağımsız risk faktörleri olarak belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kardiyak cerrahi geçirmişhastalardan oluşan hasta popülasyonunda, risk faktörlerinin iyi analiz edilerek, invaziv mekanik ventilatör desteğinin olabildiğince kısa tutulması, optimal zamanda ekstübasyon yapılarak reentübasyon ihtiyacının azaltılması, hemodinamik stabilitenin tam olarak sağlanması, hastaların preoperatif olarak ameliyata iyi hazırlanması, ameliyat sırasında miyokardın iyi korunarak postoperatif hemodinamik instabilitenin önlenmesi, VİP oranınını azaltacaktır.
INTRODUCTION: Ventilator-associated pneumonia (VAP) are common infections in intensive care units. The high mortality rate is important due to prolonged hospital stay and increased hospital costs. In this study, we aimed to determine the risk factors associated with VAP in patients who had undergone open heart surgery.
METHODS: In this study, a total of 599 patients (178 female, 421 male) who underwent elective open heart surgery were prospectively included in this study. Patients who could not be extubated after 48 hours were divided into two groups. Group 1: Patients with clinical suspicion of VAP and endotracheal aspirate (ETA) growth (29 patients) were accepted as Group 2: Control group (570 patients).
RESULTS: In our study group consisting of patients who had undergone cardiac surgery, gender, obesity, diabetes mellitus (DM), hypertension, non-risk factors were not detected as age, Chronic Obstructive Pulmonary Disease (COPD), Pulmonary Hypertension, low ejection fraction (EF), long duration of clamp and pump duration, inotropic support, intra-aortic balloon pump (IABP) and use of hemofiltration, atrial fibrillation, reintubation, enteral nutrition with nasogastric tube, reoperation, neurological dysfunction, steroid use, blood and blood product use, hypoalbuminemia and presence of decubitus ulcer VAP risk factors.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In the patient population consisting of patients with cardiac surgery, keeping the invasive mechanical ventilator support as short as possible, reducing the need for reintubation by extubation in optimal time, ensuring complete haemodynamic stability, preoperative preparation of the patient preoperatively, prevention of postoperative haemodynamic instability during surgery, and reduction of VAP.

10.
Laparoskopik kolesistektomide hasta pozisyonu ve pnömoperitonyumun perfüzyon indeksi ve pleth değişkenlik indeksi üzerine etkileri
The effect of patient position and pneumoperitoneum on perfusion index and pleth variability index in patients undergoing laparoscopic cholecystectomy
Reyhan Arslantas, Mustafa Kemal Arslantaş, Gülbin Töre Altun, Pelin Corman Dincer
doi: 10.5222/GKDAD.2019.80958  Sayfalar 190 - 197 (1513 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Laparoskopik cerrahide kullanılan hasta pozisyonu ve pnömoperitonyum intratorasik basıncı değiştirerek hemodinamik monitörizasyon parametrelerini etkileyebilmektedir. Bu çalışmanın amacı, laparoskopik kolesistektomi ameliyatlarında uygulanan ters trendelenburg ve pnömoperitonyumun perfüzyon indeksi (PI) ve pleth değişkenlik indeksini (PVI) nasıl etkilediğini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Prospektif gözlemsel çalışmaya kolelitiyazis nedeniyle genel anestezi altında elektif laparoskopik kolesistektomi ameliyatı geçirecek iki merkezde toplam 75 hasta alındı. Anestezi indüksiyonu öncesi ve sonrasında, ters trendelenburg sırasında, pnömopertioneum uygulandığında ve desuflasyon sonrasında solunumsal ve hemodinamik parametreler ile PI ve PVI değerleri kaydedildi.
BULGULAR: Tedavi gerektiren hemodinamik instabilite nedeniyle 7 hasta çalışma dışı bırakıldı. Genel anestezi indüksiyonu sonrası PI değerleri arttı (P<0,001) ancak PVI değişmedi (P>0,05). PI değerlerinde hasta pozisyonu ve pnömoperitonyuma bağlı anlamlı bir değişim gözlenmedi. Ancak ters trendelenburg pozisyonu ve pnömoperitonyum yapıldığında ölçülen PVI değerleri entübasyon sonrası ölçülenden yüksekti (P<0,05) ve desuflasyon sonrası başlangıç değerlere benzer bulundu (P>0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Genel anestezi altında PI artmakta ancak PVI değişmemektedir. Hem ters trendelenburg pozisyonu hem de pnömoperitonyum uygulanması PI’da değişikliğe yol açmazken PVI’yı arttırmaktadır. Pnömoperitonyum uygulanan veya ters trendelenburg pozisyonu verilen ameliyatlarda PI ve PVI monitörizasyonu ile sıvı yönetimi yapılırken bu etkiler göz önünde bulundurulmalıdır.
INTRODUCTION: Patient position and pneumoperitoneum during laparoscopic surgery effect hemodynamic parameters by changing intrathoracic pressure. The aim of the study is to investigate the effect of reverse Trendelenburg and pneumoperitoneum on perfusion index (PI) and pleth variability index (PVI) during laparoscopic surgery.
METHODS: Seventy-five patients who would undergo elective laparoscopic cholecystectomy under general
anaesthesia for cholelithiasis in two centres were recruited in this prospective observational study. Respiratory
and hemodynamic parameters, PI and PVI values were recorded prior and after the anaesthesia induction,
during reverse Trendelenburg position, during pneumoperitoneum and after deflation
RESULTS: Due to haemodynamic instability that required medication 7 patients were excluded from the study. PI values increased after general anesthesia induction (P<0.001) but PVI values didn’t change (P>0,05). No significant change is observed in PI values with the patient position and pneumoperitoneum. PVI values measured in reverse Trendelenburg position and pneumoperitoneum were higher than post-entubation values (P<0,05) and post-deflation values were similar to baseline values (P>0,05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: PI values increase, and PVI is not affected during general anaesthesia. Reverse Trendelenburg position and pneumoperitoneum do not cause a change in PI values, whereas PVI values increase These changes should be taken into consideration when fluid management is done by PI and PVI monitoring during surgeries done with pneumoperitoneum or in reverse Trendelenburg position.

OLGU SUNUMU
11.
Sternal Kırıklarında Kilitleme İle Yerleştirme Ve Cerrahi Yönetimi: Olgu Sunumu
Locking Placement And Surgical Management In Sternal Fractures: Case Report
AYSUN Kosıf, Onur Derdiyok, Serdar Evman
doi: 10.5222/GKDAD.2019.50490  Sayfalar 198 - 201 (702 kere görüntülendi)
Yelken göğüs künt toraks travmasının en ağır şeklidir ve göğüs duvarının ön veya lateral tarafında kaburgaların üç veya daha fazlasının kırılmasının bir sonucu olarak sternum kırıklarının veya kostokondral eklemlerin bozulması olarak tanımlanır. Hayatı tehdit edici fizyopatolojik değişiklikler, herhangi bir anda hastaların klinik durumunu etkileyebilir. Yelken göğüs, dışa doğru hareket ederken nefes alırken kırılan bölümün iç tarafa hareketi olarak da tanımlanır. Göğüs duvarını, tutarsız solunum dinamiklerini, akciğer veya diyafragma yaralanmasını ve uzun süreli mekanik ventilasyonu içeren önemli bir deformite durumunda cerrahi tek seçenek. Bu yazıda, travma sonrası sternum kırığı ve paradoksal solunum hastalarında yaptığımız AO-ASIF (Arbeitsgemeindschaft fur Osteosynthesefragen) osteosentez plakası ile göğüs duvarı rekonstrüksiyonu sunuldu.
Flail chest is the most severe form of blunt thoracic trauma and is defined as the disruption of the sternum fractures or costochondral joints as a result of at least two fractures of three or more of the ribs on the anterior or lateral side of the chest wall. Life-threatening physiopathologic changes can affect the clinical condition of patients at any moment. Flail chest is defined as the movement of the broken segment to the inside while breathing while moving to the outside. Surgical is the only option in the case of significant deformity involving the chest wall, inconsistent breathing dynamics, lung or diaphragmatic injury, and prolonged mechanical ventilation. In this article, we presented a reconstruction of the chest wall with AO-ASIF (Arbeitsgemeindschaft fur Osteosynthesefragen) osteosynthesis plate, which we performed in a patient with post-traumatic sternal fracture and paradoxal respiration.

12.
İntihar Amaçlı yüksek Doz Propafenon Alımı Sonrasında İntravenöz Lipid Emülsiyon Tedavisi: Olgu sunumu
Intravenous Lipid Emulsion Treatment After High Dose Propafenone Intake for suicide: Case report
Sevim Temiz, Hakan Akelma, Cem Kıvılcım Kaçar, Osman Uzundere, Sedat Kaya, Abdulkadir Yektaş
doi: 10.5222/GKDAD.2019.48278  Sayfalar 202 - 205 (1475 kere görüntülendi)
Propafenon sınıf 1C antiaritmik bir ilaçtır. Daha çok kalsiyum kanal blokajı yaparak etki gösterir. Lipofilik bir ilaç olan propafenon, plazma proteinlerine %90’dan fazla oranda bağlanır. IV lipid emülsiyonu, plazmada ayrı bir lipid kompartmanı oluşturarak lipofilik ilaçları burada tutmakta ve bu ilaçların istenmeyen etkilerini azaltmaktadır. Bu vakamızda intihar amaçlı yüksek doz propafenon alan ve kardiyak komplikasyon gelişen bir olguya standart tedavilere ek olarak uyguladığımız IV lipid emülsiyonu tedavisinin etkinliğini vurgulamak istedik.
Propafenone is a class 1C antiarrhythmic drug. It acts mainly by blocking calcium channel. Propafenone is a lipophilic drug and more than 90% of the drug bound to plasma proteins. IV Lipid Emulsion forms a separate lipid compartment in the plasma, keeps lipophilic drugs this compartment and it reduces the side effects of these drugs. We aimed to demonstrate the efficacy of IV Lipid Emulsion treatment in this case with propafenon intoxication.

13.
Yoğun bakım hastasında norepinefrin ekstravazasyonu ve doku hasarı
Norepinephrine extravasation and tissue damage in the intensive care patient
Ahmet Şen, Yavuz Akıntürk, AYŞE Acar Dayıoğlu, Selma Özkan
doi: 10.5222/GKDAD.2019.81567  Sayfalar 206 - 209 (1056 kere görüntülendi)
İlaçlara, infüzyon şekillerine ve hastaya ait farklı sebeplerle ekstravazasyon meydana gelebilir. Bu nedenle asidik özellikte olan vazopressörlerin infüzyonunda dikkatli olmak gerekmektedir. Uzun süreli yatağa bağımlı yaşayan hasta hemodinamik bozukluk nedeniyle norepinefrin almaktaydı. Kateter enfeksiyonu gelişmesi üzerine kısa süreliğine periferik yoldan vazopressör alması sonucu gelişen ekstravazasyon hasarını sunmaya çalıştık.
Extravasation may occur due to different types of medication, infusion and patient. Therefore, it is necessary to be careful in the infusion of the acidic vasopressors. Long-term bed dependent patient was taking norepinephrine due to hemodynamic impairment. We have attempted to present the extravasation injury caused by peripheral vasopressor for a short time after the development of catheter infection.

14.
LVAD (left ventriküler assist device) sonrası kraniyal kanama gelişen iki olguda trakeostomi deneyimimiz
Tracheostomy experience in two patients with cranial bleeding after LVAD (left ventricular assist device)
Mine Altınkaya Çavuş, Şerife Gökbulut Bektaş, Sema Turan
doi: 10.5222/GKDAD.2019.08860  Sayfalar 210 - 215 (1814 kere görüntülendi)
Amaç: Son yıllarda kalp nakli sayısı azalmış ve implante edilmiş sol ventrikül destek cihazlarının (LVAD) sayısı önemli ölçüde artmıştır. Ek olarak, bu hastaların mevcut durumundan dolayı, yoğun bakımda ve mekanik ventilasyonda kalma süresi artar. Uzun süreli mekanik ventilasyon ihtiyacı nedeniyle bu hastalara perkütan dilatasyonel trakeostomi (PDT) uygulanır. Antikoagülan tedavi kullanımı nedeniyle bu dönemde komplikasyonlar görülebilir.
Olgu sunumu: Olgularımız LVAD nedeniyle antikoagülan ve antiplatelet tedavisi alan, hemorajik SVO ve uzun süreli mekanik ventilasyon desteği alan 2 hasta idi. Bu durum trakeostomi gerekliliğine yol açar.
Sonuç: Antikoagülan tedavi almak zorunda olan bu hastalarda kanama komplikasyonları göz ardı edilemez.
Background: The number of heart transplantations has decreased in recent years and the number of implanted left ventricular assist devices (LVADs) has increased significantly. In addition, due to the current condition of these patients, the duration of stay in intensive care and mechanical ventilation increases. Percutaneous dilatational tracheostomy (PDT) is applied to these patients due to the need for prolonged mechanical ventilation. Complications may occur in this period due to the use of anticoagulant therapy.
Case presentation: Our cases were 2 patients who had anticoagulant and antiplatelet therapy due to LVAD, who had hemorrhagic SVO and had prolonged MV. This leads to the necessity of tracheostomy.
Conclusions: Bleeding complications cannot be excluded in these patients who have to take anticoagulant therapy.

15.
Akut Solunum Yetmezliği Nedeni Olarak Geniş İntraatriyal Kitle: Kardiyorespiratuar Döngüyü Korumaya Yönelik Anesteziyolojik Yaklaşım ve Literatür Derlemesi
Large Intraatrial Mass as a Cause of Acute Respiratory Failure: An Anesthesiologic Approach to Preserve Cardiorespiratory Cycle and Literature Review
Emre Sertaç Bingül, Başar Erdivanlı, Saban Ergene, Hizir Kazdal
doi: 10.5222/GKDAD.2019.04809  Sayfalar 216 - 222 (749 kere görüntülendi)
Büyük damarlardan köken alan jinekolojik tümörler oldukça ender gözlenirler. Kan akımı boyunca göç ederek kronik süreçte kardiyak boşluklara kadar uzanabilirler. Semptom verecek boyutlara ulaştıklarında acil operasyon ihtiyacı doğabilir. Cerrahi ve anesteziyolojik yönetimi zor olan bu hastalar hemodinamik ve respiratuar komplikasyonlara açıktır. Bu olgu sunumunda akut solunum yetmezliği ile başvruan hastada ender gözlenen intrakardiyak yerleşimli jinekolojik tümör cerrahisinin anesteziyolojik yönetimini literatür ışığında anlatmaya çalıştık.
Gynecologic tumors originating from great vessels are observed quite rarely. Migrating along with the bloodstream; they can reach cardiac chambers in chronical process. As they reach to symptomizing sizes, urgent surgery may be needed. These patients, who are difficult in both surgical and anesthesiologic aspects, are open to hemodynamic and respiratory complications. In this case report; we tried to describe anesthesiologic management of an intracardiac located gynecologic tumor surgery patient, who had been presented with acute respiratory failure, in the light of literature.

LookUs & Online Makale