ISSN 1305-5550 | e-ISSN 2548-0669
Göğüs-Kalp-Damar Anestezi ve Yoğun Bakım Derneği Dergisi - GKD Anest Yoğ Bak Dern Derg: 25 (4)
Cilt: 25  Sayı: 4 - 2020
1.
Kapak
Cover

Sayfa I (527 kere görüntülendi)

2.
İçindekiler
Contents

Sayfalar II - V (604 kere görüntülendi)

3.
Konu Dizini
Subject Issue

Sayfalar VI - IX (505 kere görüntülendi)

4.
Yayın Politikaları ve Yazım Rehberi
Publication Policies and Writing Guide

Sayfalar X - XVI (507 kere görüntülendi)

DERLEME
5.
Kalp cerrahisinde yaş ve frailite
Aging and Frailty in Cardiac Surgery
Elvin Kesimci
doi: 10.5222/GKDAD.2019.04934  Sayfalar 223 - 228 (766 kere görüntülendi)
Son yıllarda, biyolojik yaş kronolojik yaş yerine, kalp cerrahisi sonrası yaşlı hastalarda görülen sonuçlardaki heterojenliği açıklayabilecek ve yeni müdahale yöntemlerinden yararlanacak yaşlı hastaları tanımlamaya yardımcı olabilecek bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu derlemede, yaşlı hastalarda kardiyak cerrahide, frailite –kırılganlık- kavramı ile postoperatif morbidite ve mortalite arasındaki ilişki ve bu konudaki skorlama sistemleri ve bunların klinik uygulamada postoperatif sonuçların tahmin edilmesindeki faydası tartışılmaktadır.
In recent years, biological age has emerged instead of chronological age as a concept that could explain the heterogeneity in outcomes seen in older patients after cardiac surgery and help identify older patients who would benefit from new intervention methods.
This review discusses the relationship between fraility concept and postoperative morbidity and mortality in cardiac surgery in elderly patients and the scoring systems in this regard and their utility in predicting postoperative outcomes in clinical practice.

ARAŞTIRMA
6.
Bir Üniversite Hastanesinde Peroperatif Kan Transfüzyon Uygulamalarını Etkileyen Faktörler
Factors Affecting Peroperative Blood Transfusion Applications in a University Hospital
Gamze Küçükosman, Merve Ezgi Dinçer, Burcu Akkaya, Hilal Ayoğlu
doi: 10.5222/GKDAD.2019.70188  Sayfalar 229 - 241 (1792 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Kan kullanımının azaltılmasına yönelik yöntemlere rağmen transfüzyon uygulamalarında halen kurumsal ve kişisel farklılıklar mevcuttur. Çalışmamızın amacı, bir üniversite hastanesi olan kurumumuzdaki peroperatif transfüzyon uygulamalarını etkileyen faktörleri ve transfüzyon sıklığını belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif yapılan çalışma, Ocak 2017- Haziran 2017 tarihleri arasında opere olan ve peroperatif kan transfüzyonu yapılan 245 hastayla tamamlandı. Hastaların demografik özelliklerinin, peroperatif Hb değerlerinin, cerrahi prosedürün-bölümün-sürenin, ASA skorunun, anestezi yönteminin, mevcut hematolojik patoloji varlığının, preoperatif antikoagülan kullanımının ve ek hastalık sayısının peroperatif transfüzyon ihtiyacını belirlemedeki etkinliği değerlendirildi. İstatistiksel değerlendirme sonucu p<0.05 anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Hastaların ortalama yaşı 58.09±16.11 yıl ve cerrahi süresi 226.17±125.59 dk olarak saptandı. Hastalarımızın preoperatif muayenesinde %37.1 (n=91)’inin anemik olduğu, %50.6 (n=124)’sının antikoagülan ilaç kullandığı ve %78 (n=191)’inin de ek hastalığı olduğu gözlendi. Anemisi olan hastaların transfüzyon ihtiyacının olmayanlara göre daha fazla olduğu ve bu hastaların 40 (%43.9)’ına preoperatif, 28 (%30.8)’ine intraoperatif ve 78 (%85.7)’ine de postoperatif dönemde transfüzyon yapıldığı belirlendi. Toplamda transfüzyon sıklığımız preoperatif %20.8, intraoperatif %41.6 ve postoperatif dönemde de %92.2 idi. Preoperatif transfüzyonlarının preoperatif-Hb seviyesi ortalaması 10.15± 1.86 gr/dl olan, kadın cinsiyet, ASA 2-3 risk grubu, anemi tanısı olan ve preoperatif-Hb değeri 7.1-12.9 gr/dL olanlarda; intraoperatif transfüzyonlarının intraoperatif-Hb seviyesi ortalaması 12.23± 2.2 gr/dl olan, ileri yaş, erkek cinsiyet, uzun süren cerrahiler, KVC ve ortopedi cerrahileri, ASA 3-4 risk grubu, genel anestezi uygulanan, anemi tanısı olan, antikoagülan ilaç kullanımı ve yandaş hastalığı olan ve intraoperatif-Hb değeri 7.1-12.9 gr/dL olanlarda ve postoperatif transfüzyonların ise elektif şartlarda, anemi tanısı olan ve postoperatif-Hb değeri 7.1-12.9 gr/dL olanlarda daha fazla yapıldığı saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Transfüzyon kararı birçok parametreyi değerlendirerek alınması gereken multidisipliner bir karardır. Transfüzyon kararının büyük oranda ilgili hekim tarafından verildiği, hastaların %20.8’ine preoperatif, %41.6’üne intraoperatif ve %92.2’sine postoperatif dönemlerde transfüzyon yapıldığı izlendi. Transfüzyon protokollerinin tüm hekimler tarafından tekrar gözden geçirilmesinin önlenebilir transfüzyonların azaltılmasında önemli bir role sahip olabileceği ve transfüzyon uygulamasında davranış değişikliğinin gereksiz transfüzyonlardan kaçınmamıza ve böylece hasta güvenliği açısından da daha az risk almamıza neden olacağı kanısındayız.
INTRODUCTION: In spite of methods to reduce blood use, there are still institutional and personal differences in transfusion applications. The aim of this study was to determine the factors affecting the peroperative transfusion procedures and the frequency of transfusions in our institution, a university hospital.
METHODS: The retrospective study was completed with 245 patients who underwent peroperative blood transfusion between January 2017 and June 2017. The efficacy of the patients' demographic characteristics, peroperative Hb values, surgical procedure-part-time, ASA score, anesthesia method, presence of existing hematological pathology, preoperative anticoagulant use and number of additional diseases were evaluated in determining the need for peroperative transfusion. p <0.05 was considered statistically significant
RESULTS: The mean age of the patients was 58.09 ± 16.11 years and the duration of surgery was 226.17 ± 125.59 minutes. In the preoperative examination of our patients, 37.1% (n = 91) were anemic, 50.6% (n = 124) were using anticoagulant drugs and 78% (n = 191) had additional disease. It was determined that patients with anemia had more transfusion requirements than those without anemia and 40 (43.9%) of these patients had preoperative, 28 (30.8%) intraoperative and 78 (85.7%) postoperative transfusions. The overall frequency of transfusions was 20.8% preoperatively, 41.6% intraoperatively and 92.2% postoperatively. The mean preoperative Hb level of preoperative transfusions was 10.15 ± 1.86 gr / dl, female sex, ASA 2-3 risk group, diagnosed with anemia and preoperative Hb value 7.1-12.9 gr / dL; The intraoperative-Hb level of intraoperative transfusions was 12.23 ± 2.2 g / dl, advanced age, male sex, long-lasting surgeries, CVS and orthopedic surgeries, ASA 3-4 risk group, general anesthesia, anemia, anticoagulant drug use and comorbidity disease and intraoperative-Hb values ​​of 7.1-12.9 gr / dL and postoperative transfusions were performed in elective conditions, with anemia diagnosis and postoperative-Hb value of 7.1-12.9 gr / dL.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Transfusion decision is a multidisciplinary decision that needs to be made by evaluating many parameters. It was observed that the transfusion decision was made mostly by the attending physician, 20.8% of the patients underwent preoperative, 41.6% intraoperative and 92.2% postoperatively. We believe that the review of transfusion protocols by all physicians may have an important role in reducing preventable transfusions, and that behavioral changes in transfusion practice will avoid unnecessary transfusions and thus lower risk for patient safety.

7.
Kalp Cerrahisinde Albümin Değerinin ve Sıvı Replasman Yönetiminin Postoperatif Döneme Etkisi
The Effects Of Albumin Level And Management of Fluid Replacement on Postoperative Outcome in Cardiac Surgery
Nurşen Tanrıkulu, Babürhan Özbek, Ergun Demirsoy
doi: 10.5222/GKDAD.2019.07269  Sayfalar 242 - 246 (1389 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Kalp cerrahisi sonrası sıvı replasmanında ilk tercih olarak kristalloidler önerilmekle birlikte, bazı özel durumlarda albümin ve sentetik kolloidler de kullanılabilmektedir. Bu çalışmada preoperatif albümin değerinin postoperatif döneme etkisi ve bu hastalarda albümin kullanımının sonuca etkileri araştırıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Servisimizde 01.01.2014-31.12.2018 tarihleri arasında açık kalp cerrahisi uygulanan hastalar retrospektif olarak incelendi. Hastalar preoperatif albümin değerlerine göre 2 gruba ayrıldı. Preoperatif albümin değeri 4 gr/dl olan hastalar Grup 1’i, albümin değeri 4 gr/dl üzerinde olan hastalar Grup 2’yi oluşturdu. Hastalarda preoperatif albümin değerinin postoperatif erken dönem morbidite ve mortaliteye etkileri ve kullanılan sıvı replasmanı ile ilişkisi değerlendirildi.
BULGULAR: Preoperatif albümin değeri düşük olan hastalarda postoperatif dönemde de hipoalbüminemi devam etti. Takiplerde 13 hastada minör komplikasyon gelişirken bunun 12’si Grup 1’de olup, on hastaya albümin replasmanı uygulanmıştı. Postoperatif dönemde 9’u Grup 1’de olmak üzere 10 mortali gelişti. Kaybedilen hastaların 7’sine postoperatif dönemde albümin replasmanı yapılmasına rağmen hastalar kaybedilmişti. Preoperatif albümin değerinin 4 g/dl altında olmasının postoperatif komplikasyon riskini 14 kat arttırdığı ve bu hastalarda albümin replasmanı uygulanmasının sonuca beklenen katkıyı sağlamadığı görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Preoperatif albümin değerinün düşüklüğü postoperatif dönemde artmış morbidite ve mortalite ile ilişkili olmakla birlikte, albümin replasmanı sonuca olumlu katkı sağlamamaktadır. Güncel kılavuzların önerisi doğrultusunda kalp cerrahisi sonrası sıvı replasmanında kan replasmanı gerekmeyen durumlarda, kristalloid solüsyonunun ilk tercih olarak düşünülmesi doğru olacaktır.
INTRODUCTION: Crystalloid sollutions are recommended as first choice for fluid replacement after cardiac surgery. Albumin and synthetic colloids are used in special condition. In this study, the effects of preoperative albumin level on postoperative period and the effects of albumin were investigated.
METHODS: Patients who underwent cardaic surgery between 01.01.2014 and 31.12.2018 were evaluated retrospectively. Patients were divided into two groups according to preoperative albumin levels. Patients with preoperative albumin level < 4 g / dl are in Group 1 and ≥ 4 g / dl in Group 2. Effects of preoperative albumin levels on early postoperative morbidity and mortality and its relationship with fluid replacement were evaluated.
RESULTS: Hypoalbuminemia persisted in postoperative period in patients with low preoperative albumin levels. During follow-up, 13 patients developed minor complications, of which 12 were in Group 1, and ten had albumin replacement. There were 10 mortality, (9 in Group 1, 1 in Group 2); although 7 of them underwent albumin replacement. It was seen that preoperative albumin value under 4 g / dl increased the risk of postoperative complications 14 times and the application of albumin replacement in these patients did not provide the expected contribution to the outcome.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Low preoperative albumin value is associated with increased morbidity and mortality in the postoperative period, however, albumin replacement does not contribute positively to the outcome. In accordance with the recommendations of current guidelines, it would be appropriate to consider crystalloid solution as the first choice in cases where blood replacement is not required after cardiac surgery.

8.
Çift Lümenli Endobronşiyal Tüpün Pozisyonunun Doğrulanmasında Toraks Ultrasonografi Yönteminin Etkinliği
Effectiveness Thoracic Ultrasonography to Confirm Position of Double Lumen Endobronchial tube
Ali Doğan, Hilal Sazak, Mehtap Tunc, Ali Alagöz
doi: 10.5222/GKDAD.2019.62534  Sayfalar 247 - 256 (768 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada tek akciğer ventilasyonu (TAV) gereken hastalarda kullanılan sol çift lümenli tüplerin (ÇLT) pozisyonunun doğrulanmasında toraks USG yöntemini hızlı klinik değerlendirme (HKD) yöntemi ile karşılaştırarak, USG’nin ÇLT pozisyonunun doğrulanmasında katkısı olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: TAV gereken ve sol ÇLT ile entübe edilen 113 hasta çalışmaya dahil edildi. Fiberoptik bronkoskop (FOB) kullanmadan, kör entübasyon sonrası HKD ve USG yöntemleri ile elde edilen doğruluk tahminleri sonrasında; hasta supin pozisyonda iken konvansiyonel klinik değerlendirmeler yapılarak; TAV sırasında SpO2 > %90, peak havayolu basıncı < 35 cmH2O, plato havayolu basıncı ise < 25 cmH2O olması ile ÇLT pozisyonunun optimum olduğuna karar verildi. HKD yönteminde toraksın inspeksiyonu ve oskültasyonu yapılırken, USG yönteminde lung sliding ve lung pulse değerlendirildi. Toraks USG; HKD sonrası, ÇLT pozisyonu değiştirilmeden bütün hastalara uygulandı. ÇLT pozisyonunu tahmin etmede her iki yöntem sonuçları karşılaştırıldı.
BULGULAR: USG yöntemiyle doğru ya da yanlış ÇLT pozisyonunu tahmin başarısı %83,2 iken, HKD yöntemiyle %77,9 idi (p<0.05). USG’nin sensitivite ve negatif prediktif değeri; HKD’ye göre daha yüksekti. ÇLT’nin %71,7 oranında doğru pozisyonda ve %28,3 malpozisyon olduğu saptandı. Malpozisyon düşünüldüğünde ÇLT’ye yeniden pozisyon verildi.
Tek manipülasyonla malpozisyonu düzeltilen 14 (%43,7) hasta iken birden fazla manipülasyon gereken hasta sayısı 18 (%56,3) idi. ÇLT’ye yeniden pozisyon verme işlemlerinde başarı sağlanamadığı durumlarda ise, ÇLT yerleşimi yanlış kabul edilerek hasta supin pozisyonda iken, 6 (%5,3) hastada FOB yardımıyla ÇLT optimum pozisyona yerleştirildi.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Hızla yapılabilen ve noninvaziv bir işlem olan toraks USG yöntemi, ÇLT pozisyonunu değerlendirmede klinik olarak karar vermeye katkı sağlayabilir.
INTRODUCTION: Hızla yapılabilen ve noninvaziv bir işlem olan toraks USG yöntemi, ÇLT pozisyonunu değerlendirmede klinik olarak karar vermeye katkı sağlayabilir.
METHODS: One hundred thirteen patients who required OLV provided by left sided DLT, enrolled in the study. After blind intubation without fiberoptic bronchoscopy (FOB) estimations of RCA and USG methods for accuracy of DLT position were recorded. The conventional evaluation and verification of DLT position was performed in the supine position by using clinical parameters including SpO2> %90, peak airway pressure < 35 cmH2O and plateau airway pressure < 25 cmH2O. While the RCA method was performed by using inspection and auscultation of thorax, the USG method was achieved by evaluating lung sliding and lung pulse. Thoracic USG was performed in all patients after RCA method, without changing DLT position. The predictions of these two methods were compared for the same DLT position.
RESULTS: The DLT position prediction of USG method was successful in the rate of 83.2% while it was 77.9 % in RCA method. The sensitivity and negative predictive value (NPV) of USG was higher than RCA’s values. The rate of correct DLT position was found 71.7%, while malposition rate was 28.3%. When malposition was considered, DLT was repositioned. While malposition was corrected with a single manipulation in 14 (43.7%) patients, multiple manipulations were needed in 18 (56.3%) patients. If repositioning of DLT was not successful, the placement of DLT was considered as “false”, and DLT position was corrected with the aid of FOB in 6 (%5.3) patients with supine position.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Thorax USG method, which is performed rapidly and noninvasively, might aid decision making in confirmation of the DLT position.

9.
Alt Ekstremite Vasküler Cerrahisinde Bupivakain İle Levobupivakainin Etkilerinin Karşılaştırılması
Comparıson Of The Effects Of Bupıvacıne And Levobupıvakaın In Lower Extremıty Vascular Surgery
Ercan Siyahkoç, Nurgül Yurdseven, İncifer Siyahkoç, Murat Acarel, Suna Yaka
doi: 10.5222/GKDAD.2019.30932  Sayfalar 257 - 263 (1143 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada alt ekstremite vasküler cerrahi geçirecek erişkin hastalarda intratekal yolla uygulanan levobupivakainin ile bupivakainin hemodinamik parametreler, sensoriyel ve motor blok süreleri ve yan etkileri bakımından etkilerinin karşılaştırılması amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemiz etik kurul izni ve hastaların onamı alınarak, alt ekstremite vasküler cerrahi geçirecek, ASA I - III grubu, 25-75 yaş arası 30 hasta rastgele seçilerek çalışmaya dahil edildi. Hastalar; Grup I (n=15) 17,5 mg (3,5 ml) izobarik % 0.5 bupivakain, Grup II (n=15) 17,5 mg (3,5 ml) izobarik % 0.5 levobupivakain spinal yolla uygulanan hastalar olarak randomize şekilde ikiye ayrıldı. Tüm hastalara 10 ml/kg Laktatlı Ringer infüzyonu verilip bazal değerleri(T0) kaydedildikten sonra, spinal anestezi uygulaması sonrası 2.(T1), 4.(T2), 10.(T3), 20.(T4), 30.(T5), 60.(T6), ve 90. dakikalarda(T7) hemodinamik parametreleri kayıt edildi. Ayrıca bulantı, kusma, kaşıntı, solunum depresyonu, hipotansiyon, bradikardi, aritmi, konvülsiyon titreme gibi yan etkiler kaydedildi.
BULGULAR: Kalp atım hızları(KAH), ortalama arter basınçları(OAB)ve kardiyak indeks(KI)parametreleri açısından gruplar karşılaştırıldığında anlamlı farklılık bulunmadı Gruplar sensoriyal blok başlangıç süreleri ve sensöriyel bloğun dermotomlara ulaşma ve iki segment gerileme zamanları ve motor blok başlangıç zamanı açısından da benzerdi(p>0.05). Ancak motor blok gerileme ve motor blok kalkma süreleri Grup II’de istatiksel olarak anlamlı kısa bulundu (p<0.05). Hiçbir hastada EKG değişikliği veya yan etki görülmedi. (p> 0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Levobupivakain, hemodinamiyi bupivakaine benzer şekilde etkilemekle, bu bulgularla kardiyovasküler hastalık potansiyeli taşıyan hastalarda güvenle kullanılabilecek bir lokal anestezik olduğu sonucuna varılmıştır.
INTRODUCTION: The aim of the study was to compare the effects of intrathecal injection levobupivacaine with bupivacaine on hemodynamic parameters, sensorial and motor block duration and side effects in adult patients undergoing lower extremity vascular surgery.
METHODS: Our local ethics committee permission and the consent of the patients, the lower extremity vascular surgery will undergo, ASA I-III group, in the age of 25-75 years, 30 patients were randomly selected and included in the study. Patients; Group I (n=15) 17.5mg (3.5ml) isobaric 0.5% bupivacaine, Group II (n=15) 17.5mg (3.5ml) isobaric 0.5% levobupivacaine was randomized as intrathecal injection two groups. All patients were given 10 ml/kg Lactate Ringer infusion and basal values (T0) were recorded. Afterspinal anesthesia hemodynamic parameters were recorded of 2.(T1), 4.(T2), 10.(T3), 20.(T4), 30.(T5), 60.(T6) and 90.minute (T7). In addition, side effects such as nausea, vomiting, itching, respiratory depression, hypotension, bradycardia, arrhythmia, convulsion tremor were recorded.
RESULTS: No significant difference was found between groups in terms of heart rate (HR), mean arterial pressure(MAP), and cardiac index(KI) parameters. The goups were similar in terms of sensorial block onset times and sensory block Access to dermotomes and two-segment regressions times and motor block on time. However, motor block regression and motor block up times were found to be shorter in GroupII (p <0.05). None of the patients had ECG changes or side effects.(p>0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Levobupivacaine, affects hemodinamic in a similar way to bupicaine, it has been concluded that these findings may be used safely in patients with cardiovascular disease potential local anesthetic.

10.
Bir Eğitim ve Araştırma Hastanesindeki Beyin Ölümü ve Organ Bağışı Olgularının Retrospektif İncelenmesi
Retrospective Investigation of Brain Death and Organ Donation Cases in a Training and Research Hospital
Yasin Uzuntarla
doi: 10.5222/GKDAD.2019.98159  Sayfalar 264 - 269 (720 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma ile bir eğitim ve araştırma hastanesinde 2009-2018 yılları arasında gerçekleşen beyin ölümü ve organ bağışı olgularının retrospektif olarak incelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Vakaların beyin ölümü sayıları, organ bağışları ve profillleri değerlendirilmiştir. Hastaların sayıları, yaşları, cinsiyetleri, milliyetleri, klinikleri, tanıları, bağış yapılma durumu ve yapılmadıysa sebebi incelenmiştir. Çalışmada arşiv kayıtlarından ve Sağlık Bakanlığı Transplantasyon, Diyaliz ve İzlem Sistemleri (TDIS) programından yararlanılmıştır.
BULGULAR: 57 hastanın beyin ölümünün tespit edildiği ve 19’unun (%33,3) organlarının bağışlandığı bulundu. Olguların %89,4’ü (n=51) erkek, %40,3’ü (n=23) A kan grubu, %77,2’si (n=44) 20-60 yaş aralığında, tamamı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Hastaneye yatış tanıları açısından bakıldığında travmalar %49,1 (n=28) ile ilk sıradadır. Olguların %56,2’si (n=32) Anestezi ve Reanimasyon Kliniği yoğun bakım servisine yatmıştır. %39,4’ünün (n=15) dini sebeplerden dolayı organlarının bağışlanmadığı bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Beyin ölümü tespit sayıları ve organ bağış oranları istenilen düzeyde değildir. Sağlık personelinin ve toplumun farkındalığını artıracak eğitim ve kampanyalar düzenlenmeli, kamu spotlarından daha çok faydalanılmalıdır. Dini açıdan sakınca bulunmadığına dair Diyanet İşleri Başkanlığı ile daha yoğun faaliyetler yürütülmelidir.
INTRODUCTION: The objective of this study was to sought retrospectively the brain death and organ donation cases of a training and research hospital between 2009-2018.
METHODS: The profile of all cases, brain death numbers and organ donation were evaluated. The patients’ number, age, sex, nationality, their clinics, diagnosis, the status of donation and the reason of the donation failure, if any, were evaluated. Archives records and the Transplantation, Dialysis and Monitoring Systems of Health Ministry (TDIS) program were used for assestion.
RESULTS: We found that brain death of 57 patients was detected and organs of 19 cases (33.3%) were donated. 89.4% of patients (n= 51) were male, 40.3% (n = 23) A blood group, 77,2% (n = 44) in the 20-60 age range, and all cases were citizens of the Republic of Turkey. In terms of hospitalization diagnoses, traumas were the most common with 49.1% (n = 28). 56.2% (n = 32) of the cases were admitted to the intensive care unit of the Anesthesia and Reanimation Clinic. 39.4% (n = 15) found organ donation unacceptable because of religious beliefs.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Brain death detection numbers and donation rates are not at the desired level. Education and campaigns should be implement to increase the awareness of the health personnel and the society, public spots should be utilized more. More intense activities should be carried out with the Presidency of Religious Affairs that there are no religious problems.

11.
Melatonin premedikasyonunun epidural anestezi yapılan hastalarda intraoperatif ve postoperatif hemodinamik parametreler, periferiferik oksijen satürasyonu, postoperatif anksiyete ve kognitif fonksiyonlar üzerine etkilerinin incelenmesi
İnvestigation on the effects of melatonin premedication to intraoperative and postoperative hemodynamic parameters, peripheral oxygen saturation, postoperative anxiety and cognitive functions in the patients that in epidural anesthesia
Mehmet Kaya, Abdulkadir Yektaş, Abdurahman Çetin
doi: 10.5222/GKDAD.2019.55477  Sayfalar 270 - 280 (1233 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Anksiyete perioperatif bir komplikasyondur ve birçok hasta bu durumla yüzyüze kalır. Premedikasyon kullanımı minimal kognitif bozulma ile anksiyeteyi azaltır ve bu yüzden önemlidir. Bu çalışmada epidural kateter takılan ve elektif TUR-prostat ameliyatı olacak hastalarda preoperatif melatoninin intraoperatif vital bulgulara, postoperatif anksiyete ve kognitif fonksiyonlara etkisini incelemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, 60 yaş üstü 80 erkek olguda gerçekleştirildi. Hastalar rastgele 40’ ar kişilik iki gruba ayrıldı. Grup 1 ( n=40) ameliyattan 60 dakika önce melatonin 6 mg verildi. Grup 2 ( n=40) premedikasyon yapılmadı.
TUR-Prostat hastalarına epidural kateter yerleştirildikten sonra, epidural kateterden 3 mL % 1’ lik lidokain test dozunu takiben, kateterin yeri doğrulandıktan sonra preoperatif 20 dakika önce epidural kateterden 12-18 mL % 0.5’ lik levobupivakain yapıldı.

BULGULAR: Gruplar karşılaştırıldığında postoperatif SAB, DAB, OAB ve KAH değerleri arasında anlamlı fark saptanmadı. Gruplar periferik oksijen saturasyonu açısından karşılaştırıldığında, Grup 1’in SpO2 değerlerinin, Grup 2 değerlerinden anlamlı derecede yüksek olduğu tespit edildi. Gruplar MMT açısından karşılaştırıldığında Grup 1’ in postoperatif 1. saat MMT değeri, Grup 2’ nin postop 1. saat MMT değerinden anlamlı derece yüksek bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Epidural blok öncesi hastalara melatonin verilmesinin kognitif fonksiyonları ve hemodinamik parametreleri olumlu etkilediği ancak anksiyete üzerine olumlu ya da olumsuz etkisinin bulunmadığı kanaatine varıldı.
INTRODUCTION: Anxiety is a preoperative complication, which most patients encounter. The use of a premedication to reduce preoperative anxiety with minimal cognitive impairment is crucial. This study was conducted to compare the sedative effect of preoperative melatonin in patients with transurethral prostatectomy that performed on the cases decided to apply epidural anesthesia undergoing elective surgery.
METHODS: This study was performed on the cases decided to apply epidural anesthesia were selected from among the 80 male patients with transurethral prostatectomy over the age of 60. Patients were divided randomly into 2 groups as 40 people. 6mg melatonin were given to working group Group 1 for preoperative 60 minutes. Premedication was not used in control group Group 2
After applying the epidural catheter to patients, 3 mL 1% lidocain as test dosage was applied from epidural catheter than 12-18 mL 0.5% levobupivacain were applied before preoprative 20 minutes with confirming of the localisation of the catheter.


RESULTS: Meaningful difference were determineted between the postoperative HR, SAP, DAP, MAP values when the groups were compared. SpO2 values of Group 1 were determineted meaningfully higher than the group 2 values when groups were compared about peripheral oxygen saturation. The postoperative 1st hour MMT value of Group 1 were determineted meaningfully higher than the postoperative 1st hour MMT value of Group 2 when the groups were compared about MMT values.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We established that useage of melatonin in patients before epidural block affects positively to cognitive functions and hemodinamic parameters but not any positive or negative effect on anxiety.

12.
İzole Koroner Arter Baypas Cerrahisinde Aortik Kros Klemp Sırasında Çıkan İdrar Miktarı: Postoperatif Akut Böbrek Hasarının Bir Göstergesidir.
Urinary Output During The Aortic Cross-Clamping Period In Isolated Coronary Artery Bypass Grafting Surgery: An Indicator of Postoperative Acute Kidney Injury.
Mehmet Yılmaz, Ayse Zeynep Turan, Vildan Kılıç Yılmaz, İpek Yakın Düzyol, Ufuk Aydın
doi: 10.5222/GKDAD.2019.65002  Sayfalar 281 - 289 (740 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Postoperatif akut böbrek hasarı (AKI) koroner arter baypas greft cerrahisinin (CABG) en önemli komplikasyonlardan bir tanesidir. Biz bu prospektif çalışmada açık kalp cerrahisinin aortik kros klemp (ACC) sırasındaki çıkan idrar miktarının postoperatif AKI belirleme üzerine etkisini araştırdık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma prospektif olarak Ocak 2016 ile Nisan 2017 tarihleri arasında izole koroner baypas operasyonu geçiren hastalar üzerinde yapıldı. Postoperatif üçüncü günde preoperatif kreatinin değerlerinde 1,5 katından fazla artış olan hastalar RIFLE kriterlerine göre akut böbrek hasarı olarak kabul edildi. Hastalar AKI'nin varlığına göre i AKI (+) ve AKI (-) olmak üzere iki gruba ayrıldı.

BULGULAR: Çalışmadaki 146 hastanın 12'sinde akut böbrek hasarı gelişti. Gruplar arasında demografik veriler ve intraoperatif değişkenler birbirine benzerdi (p> 0.05). AKI (-) gruptaki ACC sırasındaki çıkan idrar miktarı (ml/kg/saat) AKI (+) gruba göre önemli derecede yüksek bulundu (p=0.045).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Verilerimiz ACC ve kardiyopulmoner baypas sırasındaki çıkan idrar miktarının AKI erken tanısı için değerli bir kriter olabileceğini gösterdi.
Biz ACC sırasında idrar çıkışı 3.345 ml/kg/saatin altında olan hastaların postoperatif AKI için yüksek risk taşıdığı kanaatindeyiz.

INTRODUCTION: Postoperative acute kidney injury (AKI) is a common and serious complication of coronary artery bypass grafting surgery (CABG). In this prospective study, we investigated the efficacy of urinary volume during aortic cross-clamping (ACC) in cardiac surgery in determining postoperative AKI.
METHODS: This prospective study consisted of patients who underwent isolated coronary artery bypass surgery between January 2016 and April 2017. Patients with an increase of more than 1.5 times preoperative creatinine values on their third postoperative day were considered acute kidney injury according to RIFLE criteria. The patients were divided into two groups as AKI (+) and AKI (-), regarding presence of AKI, which were then compared.
RESULTS: Acute kidney damage developed in 12 patients out of 146 patients studied. The demographic variables, intraoperative variables were similar between the groups (p > 0.05). The urinary output during ACC (mL/kg/h) of the AKI (-) group was significantly higher than that of the AKI (+) group (p=0.045).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our data demonstrated that urinary output during ACC and cardiopulmonary bypass (CPB) periods may be a valuable criterion for early diagnosis of AKI. We suppose that, the patients with a urine output less than 3.345 ml/kg/h during the ACC period carry a high risk for postoperative AKI.

OLGU SUNUMU
13.
Alcapa Sendromunda Anestezi Yönetimi ve İntraoperatif Transözofageal Ekokardiyografi Kullanımı
Anesthesia Management in Alcapa Syndrome and The Use Of Intraoperative Transoesophageal Echocardiography
Alev Şaylan, Ümit Karadeniz, Feyza Ayşenur Paç, Ajda Mutlu Mıhçıoğlu, Ahmet Vedat Kavurt, İrfan Taşoğlu, Mustafa Paç
doi: 10.5222/GKDAD.2019.26566  Sayfalar 290 - 295 (1578 kere görüntülendi)
ALCAPA (Anomalous origin of the left coronary artery from pulmonary artery) Sendromu (Bland – White - Garland Sendromu) anormal yerleşimli sol koroner arterin aorta yerine pulmoner arterden çıkışı ile karakterize, nadir görülen bir konjenital koroner arter anomalisidir. Anestezi indüksiyonu ve idamesi pek çok nedenle özellik arz eder. Bu olgu sunumu ile sık rastlanmayan bu sendromda anestezi yönetiminin tartışılması ve intraoperatif transözofageal ekokardiyografi bulgularının paylaşılması, kullanımının önemine dikkat çekilmesi amaçlanmıştır.
Anomalous origin of the left coronary artery from the pulmonary artery (ALCAPA) syndrome (Bland-White-Garland syndrome) is a rare congenital coronary artery anomaly characterized by an abnormally located left coronary artery that arises from the pulmonary artery instead of the aorta. Anesthesia induction and maintenance have significance due to many reasons. In the present paper, we aimed to discuss the anesthesia management in this rare syndrome and present case, and to draw attention to share and use the findings of intraoperative transesophageal echocardiography.

14.
Toksik epidermal nekroliz tanılı hastanın yoğun bakımda izlemi
Monitoring of the patient with toxic epidermal necrolysis in the intensive care unit
Mine Altınkaya Çavuş, Şerife Gökbulut Bektaş, Kemal Özyurt
doi: 10.5222/GKDAD.2019.83788  Sayfalar 296 - 302 (3150 kere görüntülendi)
Toksik epidermal nekroliz (TEN) genellikle ilaçlara karşı gelişen, akut seyirli, deri ve mukozaları tutan ve şiddetli döküntü ile seyreden bir hastalıktır.Keratinositlerin yüzeylerinde gösterdikleri antijenler nedeniyle bu hücrelere karşı gelişen sitotoksik immün reaksiyon sonucunda hastalık ortaya çıkar.Hastalığın şiddeti ve verilen sağlık hizmetinin kalitesi hastalığın prognozunu ve doğal olarak da mortalite oranını belirler. Tedavinin en önemli basamakları; erken tanı ve şüpheli ilaç ya da ilaçların hemen kesilmesidir.59 yaşında, TEN tanılı, kadın hastanın tedavisi yoğun bakımda başarıyla yönetildi.
Toxic epidermal necrolysis (TEN) is a disease that usually develops against drugs, has an acute course, involves the skin and mucous membranes, and is accompanied by severe rash. It determines the prognosis of the disease and naturally the mortality rate. The most important steps of treatment; early diagnosis and immediate discontinuation of suspected drugs.59 years old female patient with TEN was managed successfully in the intensive care unit.

15.
Rainier Hemoglobinopatisi Olan Bir Hastada Azalmış Oksijen Satürasyonuna Rağmen Genel Anestezi ile Septoplasti Operasyonunun Tamamlanması
Completion Of Septoplasty Operation Despite Decreased Oxygen Saturation In A Patient With Rainier Hemoglobinopathy With General Anesthesia
Yahya Yıldız, Mine Özen Akay, Yaşar Gökhan Gül, Yavuz Demiraran
doi: 10.5222/GKDAD.2019.86158  Sayfalar 303 - 306 (755 kere görüntülendi)
Rainier hemoglobinopati, hemoglobinin düşük kan oksijen satürasyonuna yol açan armış oksijen afinitesi ile karakterize, oldukça nadir görülen hematolojik bir hastalıktır. Güncel literatür, genel anestezi ile ameliyat edilen sadece 1 olguyu kapsamaktadır.
Bu yazıda, genel anestezi ile nazal septoplasti yapılan, Rainier hemoglobinopatisi olan 27 yaşında bir erkek hastayı sunduk.
Rainier hemoglobinopathy is an extremely rare hematologic disorder characterized with increased oxygen affinity of hemoglobin leading low blood oxygen saturation. Up to date literature includes only 1 case whom had been operated with general anesthesia.
In this report, we present a 27-year-old male patient with rainer hemoglobinopathy whom underwent nasal septoplasty with general anesthesia.

LookUs & Online Makale