ISSN 1305-5550 | e-ISSN 2548-0669
Göğüs-Kalp-Damar Anestezi ve Yoğun Bakım Derneği Dergisi - GKD Anest Yoğ Bak Dern Derg: 20 (3)
Cilt: 20  Sayı: 3 - 2014
DERLEME
1.
Kardiyak Elektrofizyoloji Laboratuvarında Anestezi
Anesthesia in Cardiac Electrophysiology Laboratory
Nihan Yapıcı
doi: 10.5222/GKDAD.2014.135  Sayfalar 135 - 140 (1242 kere görüntülendi)
Kardiyak kateterizasyon laboratuarlarındaki elektrofizyolojik işlemler son yıllarda belirgin şekilde sayıca artmaktadır. Çoğunlukla karmaşık yandaş hastalıkları olan hastalar elektrofizyoloji çalışmalarına alınmaktadır. Bu işlemlerde anestezi yöntemi ve özellikle anestezik seçimi işleme uygun olmalıdır. Elektrofizyoloji çalışmalarının amaçlarının etkilemeyecek bir ilaç veya ilaçların kombinasyonunu seçmek daha iyi olacaktır. Bu yazıda değişen hasta profiliyle birlikte kardiyak elektrofizyoloji ve anestezi alanındaki gelişmeler, bu uygulamalardaki pratiğimizin gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.
Summary
Electrophysiologic procedures in cardiac laboratoires have increased in frequency significantly since past decades. A large number of patients with complex co-existing disease are involving for procedures in the electrophysiology laboratory (EPL). The choice of anesthesia and particular anesthetics should be tailored to the procedure in those studies. It is better to choose a drug or a combination of drugs that do not interfere with the goals EP procedure. The aim of this article is revising our practice along with changing patient profile and developments in the field of cardiac electrophysiology and anesthesia.

ARAŞTIRMA
2.
Koroner Arter Baypas Cerrahisi Sırasında Akut Normovolemik Hemodilüsyon Sıvısı Olarak Kullanılan Hidroksietil Starch ve Modifiye Sıvı Jelatinin Koagulasyon Etkileri
Coagulation Effects of Hydroxyethylstarch Versus Modified Fluid Gelatin When Used as Normovolemic Hemodilution Solutions During Cardiac Surgery
Tülün Öztürk, İsmet Topçu, Barış Tuncer, Barış Açıkgöz, Funda Yıldırım, İhsan İşkesen
doi: 10.5222/GKDAD.2014.141  Sayfalar 141 - 148 (858 kere görüntülendi)
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, koroner arter baypas cerrahisi sırasında akut normovolemik hemodilüsyon için kullanılan hidroksietil starch ve gelofusin sıvılarının koagulasyon üzerine etkilerini araştırmaktır.
YÖNTEMLER: Elektif koroner arter baypas greft cerrahisi geçiren yetmiş iki hasta, randomize olarak, hemodilüsyonsuz (kontrol) veya kardiyopulmoner baypas öncesi akut normovolemik hemodilüsyon için; 6% HES 200/0.5 (n=24) veya 4% jelatin solüsyonu (n=24) sıvılarını aldılar. Thromboelastografi parametreleri, akut normovolemik hemodilüsyon öncesi (T0) ve sonrası (T1), ve kardiyopulmoner baypasdan ayrıldıktan sonra bir (T2) ve dördüncü (T3) saatlerde ölçüldü.
BULGULAR: HES grubunda R (reaksiyon) zamanı T(2) de, kontrol grubundakinden anlamlı olarak daha uzun idi (p=0.03). HES ve GEL grubunda K (koagulasyon) değeri T(2) ve T(3) de, kontrollerdekinden anlamlı olarak daha uzun idi (sırası ile, p=0.02 ve 0.03). Pıhtı oluşum hızı (alfa açısı), HES ve GEL grubunda, kontrollerdekinden anlamlı olarak daha küçük idi(sırası ile, p=0.01 ve p=0.02). HES ve GEL grubunda maximum amplitude T(2)de, kontrollerdekinden olarak farklı değildi (sırası ile, p=0.3 and 0.9). GEL grubunda 3 hasta (HES de hiç biri) T(2) de, 30. dakikada pıhtı lizisi gösterdi (p=0.1). GEL ve HES, kontrolle karşılaştırıldığında daha az ünite eritrosit aldı (p<0.001). Mediastinal kan kayıpları, HES grubunda kontrollerdekinden daha fazla idi (p<0.05).
SONUÇ: HES ve GEL ile akut normovolemik hemodilüsyon uygulaması, tromboelastogram ile koagulasyonda anlamlı değişikliklere neden oldu, eritrosit gereksinimini azalttı. Mediastinal göğüs direnajını artırması ile HES 200/0.5 in koroner cerrahisi geçiren hastalarda, güvenli olmayabileceği sonucuna vardık.
OBJECTIVE: The aim of this study to examine the effects of hydroxyethyl starch and gelatin solutions used for acute normovolemic hemodilution on coagulation during coronary artery bypass surgery.
METHODS: Seventy-two patients undergoing elective coronary artery bypass graft surgery randomly received no hemodilution (control), or 6% HES 200/0.5 (n=24) or 4% gelatin solution (n=24) for acute normovolemic hemodilution before cardiopulmonary bypass. Thromboelastography parameters were measured before (T0) and after(T1) acute normovolemic hemodilution, and one(T2) and four(T3) hours after separation from CPB.
RESULTS: The R (reaction) time in HES was significantly longer than in controls at T(2)(p=0.03). The K (coagulation) values in group HES and GEL were significantly longer than in controls at T(2) and T(3) (p=0.02 and 0.03,respectively). Rapidity of clot formation (alpha angle) was significantly smaller in HES and GEL compared to controls (p=0.01 and p=0.02, respectively). Maximum amplitudes in HES and GEL were not significantly different than controls at T(2)(p=0.3 and 0.9, respectively). At T2, three patients in GEL (but none in HES) showed clotlysis at 30 min (p=0.1). GEL and HES received fewer units of erythrocyts compared to controls(p<0.001); however, use of fresh frozen plasma was not significantly different than in controls. Mediastinal blood loss was greater in group HES than in controls(p<0.05).
CONCLUSION: Performing acute normovolemic hemodilution with HES and GEL solutions caused significant change in coagulation state by thromboelastography, reduced the need for errytrocyt. Regarding the increase in mediastinal chest drainage, we concluded that HES may not be safety in patients undergoing coronary surgery.

3.
Çift Lümenli Endotrakeal Tüp Pozisyonunun Doğrulanmasında Fiberoptik Bronkoskop İle Kablosuz Video Endoskopun (Disposkope®) Karşılaştırılması
Comparison Of The Efficacy Of Fiberoptic Bronchoscopy And Wireless Video Endoscope (Disposkope®) In Confirmation Of The Position Of Double Lumen Endotracheal Tube
Hasan Mehmet Kamburoğlu, Gökhan Özkan, Tarık Purtuloğlu, Abdülkadir Atım, Memduh Yetim, Mehmet Emin İnce, Vedat Yıldırım, Ercan Kurt
doi: 10.5222/GKDAD.2014.149  Sayfalar 149 - 153 (1235 kere görüntülendi)
AMAÇ: Toraks cerrahisinde tek akciğer ventilasyonunu sağlamak amacıyla yerleştirilen çift lümenli endotrakeal tüpün pozisyonu çeşitli yöntemlerle doğrulanabilmektedir. Biz bu çalışmamızda toraks cerrahisi yapılacak olan hastalara yerleştirilen çift lümenli endotrakeal tüpün yerinin doğrulanmasında altın standart olan fiberoptik bronkoskop ile kablosuz video endoskopun; görüntüleme başarısı ve hızı ile hastanın cerrahiye verilme süreleri açısından karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEMLER: Etik kurul onayı sonrası çalışmaya elektif koşullarda çift lümenli endotrakeal tüp yerleştirme endikasyonu olan, toraks cerrahisi uygulanacak 40 hasta alındı. Entübasyon sonrası tüplerin yeri konvansiyonel yöntemlerle değerlendirildi ve doğru pozisyon verildi. Hastalar randomize olarak iki gruba ayrıldı, çift lümenli endotrakeal tüplerin pozisyonları kablosuz video endoskop (Grup I, n=20) ve fiber optik (Grup II, n=20) ile tekrar değerlendirilip, görüntüleme süreleri ile hastaların cerrahiye verilme süreleri kaydedildi.
BULGULAR: Yerleşim yerinin tespiti açısından gruplar arasında anlamlı fark yoktu. Grup I’de 3 (%15) hastada, Grup II’de 7 (%35) hastada yanlış yerleşim tespit edilerek düzeltildi. Görüntüleme süreleri Grup I’de 18 sn, Grup II’de 131 sn (p< 0.05); hastaların cerrahiye verilme süreleri ise Grup I’de 468 sn, Grup II’de 690 sn olarak bulundu (p< 0.05).
SONUÇ: Sonuç olarak çalışmamızda toraks cerrahisinde çift lümenli endotrakeal tüp yerinin doğrulanmasında her iki yöntemin de etkin olduğu görülmüştür. Bununla birlikte tüp yerinin doğrulanması işleminin ve cerrahinin başlatılmasının kablosuz video endoskop ile daha kısa sürede yapılabileceği kanaatine vardık.
OBJECTIVE: In thoracic surgery, the position of double–lumen endotraceal tube placed in order to provide one-lung ventilation can be confirmed by various methods. In this study, we aimed to compare the groups undergoing thoracic surgery with fiberoptic bronchoscope or wireless video endoscope in confirmation of the position of double–lumen endotraceal tube with regard to success and duration of visualisation and the time until the begining of surgery.
METHODS: After ethical committe approval, forthy voluntary patients undergoing thoracic surgery with double–lumen endotraceal tube were included in to the study. After intubation, the location of the double–lumen endotraceal tubes were evaluated by conventional methods and were given the correct position. The patients were randomly divided in two groups as video endoscope (Group I, n=20) and fiberoptic bronchoscope (Group II, n=20) groups. Afterwards, duration of visualisation and the time until the begining of surgery were recorded in both groups.
RESULTS: There wasn’t statistically significant difference between two groups in confirmation of double–lumen endotraceal tube’s position. Malposition of double–lumen endotraceal tube was detected and fixed in three patients (15%) of group I and in seven (35%) of group II. Visualisation times were 18 sec in group I and 131 sec in group II (p< 0.05); and the times until the begining of surgery were 468 sec in group I and 690 sec in group II (p< 0.05).
CONCLUSION: As a result, it’seen that both methods were effective in the confirmation of double–lumen endotraceal tube’s position in thoracic surgery. Apart from that, in confirmation of double–lumen endotraceal tube’s position and earlier administiration to surgery, we concluded that wireless video endoscope may have shorter evaluation time.

4.
Miyastenia Gravisli Olgularda Timektomi Uygulamasında Peroperatif Anestezi Yönetiminin Retrospektif Değerlendirilmesi
Retrospective Study of Perioperative Anaesthesia in the Management of Thymectomy in Cases with Myasthenia Gravis
Bengü Durmuş, Fatma Nur Kaya, Suna Gören, Gülnihal Acay, Selda Özden, Sinem Şentürk
doi: 10.5222/GKDAD.2014.154  Sayfalar 154 - 161 (1559 kere görüntülendi)
AMAÇ: Miyastenia Gravis (MG), nöromusküler kavşağın otoimmün bir hastalığıdır. Çalışmamızda Eylül 1994 - Ocak 2013 tarihleri arasında timektomi uygulanan MG’li olguların peroperatif anestezi yönetimlerini retrospektif olarak irdelemeyi amaçladık.
YÖNTEMLER: Etik kurul onayı sonrası, ASA I-III sınıfı, 18-59 yaş arası ve verilerinin tamamına ulaşılabilen 33 olgu çalışmaya alındı.
Olguların demografik verileri ve hastalığa özgü özellikleri, peroperatif anestezi ve analjezi yönetimi ve komplikasyonlar kaydedildi.

BULGULAR: Osserman sınıflamasına göre %87.9’u sınıf 1 ve 2, %12.1’i ise sınıf 3 olarak belirlendi. 3 olgunun Leventhal skoru ≥10 olarak hesaplandı. Olguların %9.1’inde dengeli anestezi, %78.8’inde dengeli anestezi ve torakal epidural analjezi, %12.1’inde ise total intravenöz anestezi ve torakal epidural analjezi uygulanmıştı. Atrakuryum %15.2 oranı ile indüksiyonda en çok tercih edilen nöromüsküler bloker idi. 20 olguda fentanil (%60.6), 12 olguda ise alfentanil (%39.4) tercih edildi. Sadece 2 olgunun idamesinde nöromüsküler bloker kullanıldı ve sugammadeks uygulanmıştı.
Olguların tümü ameliyathane odasında ekstübe edilmişti. 14’ü 1. gün postoperatif yoğun bakım ünitesinde izlenmiş, reentübasyon veya ventilasyon desteği gerekmemişti.
SONUÇ: Sonuç olarak, MG’li olguların anestezi yönetiminde standart bir protokol bulunmamakla birlikte; hasta ve ilaç etkileşimi göz önüne alınmalı ve nöromüsküler monitörizasyonun ve etkin bir analjezinin önemi de unutulmamalıdır.
OBJECTIVE: Myasthenia Gravis (MG) is an autoimmune disease in the neuromuscular junction. In our study, we intend to analyze retrospectively, the perioperative anaesthetic management of MG patients, who underwent thymectomy between September 1994 and January 2013.
METHODS: After the approval of ethics committee, 33 cases of ASA I-III class, between 18-59 ages, diagnosed with MG, underwent thymectomy and with complete data were included in the study.
The demographic data and disease-specific features of the cases, perioperative anesthesia and analgesia management and complications were recorded.

RESULTS: According to Osserman classification 87.9% are determined class 1 and 2, and 12.1% as class 3. Leventhal score of 3 cases were calculated as ≥10. Balanced anesthesia was applied to 9.1% of the cases, whereas balanced anesthesia and thoracic epidural analgesia to 78.8%, total intravenous anesthesia and thoracic epidural analgesia to 12.1%. Atracurium was the most preferable neuromuscular blocker in the induction with 15.2%. Fentanyl was preferred (60.6%) in 20 cases and alfentanil (39.4%) in 12 cases. In 2 cases neuromuscular blocker was used for maintenance and sugammadex was administered at the end of the surgery.
All patients were extubated in the operating room. 14 of them were observed in the postoperative intensive care unit in the 1st day. Reintubation or ventilation support was not required.

CONCLUSION: In conclusion, although there is not a standard protocol for the anesthetic management of MG cases, patient and drug interaction must be taken into consideration and the importance of effective analgesia and neuromuscular monitoring must be noted.

DERLEME
5.
Kalp Cerrahisi Geçirecek Yaşlı Hastalarda Preoperatif Değerlendirme
Preoperative Assessment in the Elderly Patients Undergoing Cardiac Surgery
Türkan Kudsioğlu
doi: 10.5222/GKDAD.2014.162  Sayfalar 162 - 166 (1493 kere görüntülendi)
Son yıllarda yaşam koşulları ve tıptaki gelişmelerle 65 yaş üzeri nüfus ve bu populasyonda yapılan kalp cerrahisi operasyonları giderek artmaktadır. Yaşlanma, organ fonksiyonlarının değişmesine ve kronik hastalıklara yol açmaktadır. Yaşlı hastalarda morbidite ve mortalite oranları genç hastalara göre daha fazladır. Kalp cerrahisi geçirecek yaşlı hastalarda preoperatif risk skorların belirlenmesi, elektif şartlarda uygun anestezi ve cerrahi tekniklerinin uygulanması ve dikkatli yoğun bakım takibi başarıyı arttıracaktır.
In recent years, progress in living conditions and medicine has increased the number of people over 65 years of age. Thus, geriatric population is increasing among the patients undergoing cardiac surgery. The aging process leads to change in organ functions and chronic diseases. The elderly patients have more the ratio of morbidity and mortality than young patients. In elderly patients undergoing cardiac surgery, the success rations will increase when they are evaluated with the risk scores preoperatively and performed convenient anesthesia, surgery technics and carefully intensive care in elective operations,

OLGU SUNUMU
6.
Mitral Kapak Replasmanı Yapılan Parkinsonlu Hastada Anestezi Yönetimi-Enteral L-Dopa Uygulaması
Anasthetic Management Of Patient With Parkinson’s Disease Undergoing Mitral Valve Replacement Surgery - Enteral L-Dopa Administration: A Case Report
Mehmet Burak Eşkin, Mehmet Emin İnce, Gökhan Özkan, Vedat Yıldırım, Ercan Kurt
doi: 10.5222/GKDAD.2014.167  Sayfalar 167 - 171 (1148 kere görüntülendi)
Parkinson hastalığı, yaşlılarda yaygın görülen nörodejeneratif bir bozukluktur. Parkinson hastaları sık ameliyat olmasına rağmen bu hastalarının optimal anestezi yönetimini sağlayacak olgu sunumu sayısı azdır. Ameliyat öncesi kullanılan anti-parkinson ilaçlara ara verilmesi sonucu ve kullanılan anestezik ajanların etkilerine bağlı olarak çoğu zaman hastalık şiddeti, morbidite ve mortalite artmaktadır. Bu yazımızda, 10 yıldır Parkinson tedavisi gören 79 yaşındaki hastamıza mitral kapak replasmanı ameliyatında uyguladığımız anestezi yönetimimizi sunmayı amaçladık. Perioperatif süre boyunca anti-parkinson ilaçlar enteral yolla verildi. Mevcut literatürler gözden geçirilerek uygun anestezi yönetimi sağlandı, postoperatif yedinci gün hasta sorunsuz şekilde taburcu edildi.
Parkinson disease is a neurodegenerative disorder common in the elderly. Although these patients have been operated several times, few case reports are available regarding optimal anesthetic management of patients with Parkinson's disease. Discontinuation of anti-parkinsonian drugs used before surgery and effects of using anesthetic agents often increase severity of disease, morbidity and mortality. We aimed to present the anesthetic management of mitral valve replacement surgery for 79-year-old patient with Parkinson disease who has been medicated for 10 years. Anti-parkinson drugs were given enterally during the perioperative period. The current literatures were reviewed and appropriate anesthesia management was achieved, the patient was discharged on the seventh postoperative day without any problem.

7.
Mediyastinal Kitleye Bağlı Vena Kava Süperior Sendromlu Hastada Anestezi Yönetimi
Anesthetic Management of Vena Cava Superior Syndrome Due to Mediastinal Mass
Ahmet Selim Özkan, Muharrem Uçar, Mehmet Ali Erdoğan, Ökkeş Hakan Miniksar, Mahmut Durmuş
doi: 10.5222/GKDAD.2014.172  Sayfalar 172 - 174 (1072 kere görüntülendi)
Vena Kava Süperior Sendromu (VKSS), mediyastinal kitlenin çevresindeki yapılara yaptığı bası sonucu, kalbe dönen kan akımının azalarak üst ekstremite ve boyunda ödem görülmesiyle sonuçlanan klinik bir tablodur. Zor hava yolu yönetimi ve kardiyovasküler kollaps gibi hayatı tehdit eden komplikasyonları nedeniyle VKSS olan hastanın anestezi yönetiminde dikkatli olunmalıdır. Bu sunumda, mediyastinal biyopsi planlanan VKSS’lu hastada anestezi yönetimini sunmayı amaçladık.
Superior Vena Cava Syndrome (SVCS) is a clinical condition that causing edema the upper extremities and neck by decreased blood flow returning to the heart, due to compression which created mediastinal mass the surrounding structures. The anesthetic management of patients with Vkss must be careful due to life-threatening complications such as difficult airway management and cardiovascular collapse. In this case report, we aimed to present the anesthetic management of SVCS in patient scheduled for biopsy of mediastinal.

8.
Ciddi Aritmi ile Seyreden Pinch-Off Sendromu
Pinch-Off Syndrome Presenting with Severe Arrhythmia
Erkan Kaya, Gökhan Özkan, Mehmet Emin İnce, Mehmet Burak Eşkin, Kubilay Karabacak, Uygar Çağdaş Yüksel, Suat Doğancı, Vedat Yıldırım
doi: 10.5222/GKDAD.2014.175  Sayfalar 175 - 178 (1019 kere görüntülendi)
Total olarak implante edilebilir vasküler kateterler uzun süreli ilaç uygulamaları, parenteral beslenme ve transfüzyon ihtiyacı olan hastalarda güvenli ve kolay ulaşılabilir vasküler girişim imkanı sağladıkları için yaygın olarak kullanılmaktadır. Pinch-off sendromu (POS) subklavyen santral venöz kataterin çevre doku ile birinci kosta ve klavikula arasındaki kompresyonuna bağlı kopması olarak tanımlanmaktadır. Kopan kateter parçasının ventrikül içerisine embolizasyonu ciddi aritmilere sebep olabilir. Günümüzde girişimsel radyoloji ve kardiyoloji alanında kullanılan gelişmiş kateterler yardımı ile emboliye sebep olmuş kırık katater parçası perkütan yolla başarılı bir şekilde çıkarılmakta ve ek bir cerrahi işleme gerek duyulmamaktadır. Bu olgumuzda, kopan kateter parçasının kalp içerisine ilerlemesi ile ciddi aritmilerin olduğu POS olgusu ve uygulanan perkütan tedavi yaklaşımını sunmayı amaçladık.
Totally implantable vascular catheters are used widely in patients who need long-term drug administration, parenteral nutrition and transfusion, because they allow safe and easily available vascular access. Pinch-off syndrome (POS) is described as breaking off the subclavian central venous catheter because of the compression by the surrounding tissues, first costa and clavicle. Embolization of deteached catheter part into ventricular space can cause serious arrhythmias. Today, with the help of advanced catheters used in the field of interventional radiology and cardiology, deteached catheter part which caused embolism is successfully removed percutaneously, and no additional surgical procedure is required. In this case report, we present a case of POS included serious arrhythmias because of fragmented catheter part moving into the heart and percutaneous treatment approach.

9.
Sezaryende Anaflaktik Şok
Anaphylactic Shock in Caesarean Section
Mukadder Şanlı, Nurçin Gülhaş, Feray Akgül Erdil, Hakan Miniksar, Duygu Demiröz, Mahmut Durmuş
doi: 10.5222/GKDAD.2014.179  Sayfalar 179 - 182 (920 kere görüntülendi)
Allerjen ile teması takiben, ürtikerden anaflaksiye kadar değişen alerjik reaksiyonlar görülebilir. Anafilaktik reaksiyonların sıklığı genel popülasyonda alerjik rinit ve astımı olanlarda daha yüksek oranda görülebilmektedir. Perianestezik anafilaksi önemlidir. Eğer erken tanıyıp tedavi edilmez ise potansiyel ciddi sonuçlara neden olabilir. Literatürde kolloid solüsyonlar, ranitidin, antibiyotikler ve lateks gibi sık kullanılan maddelere karşı anafilaksi bildirilmiştir. Oksitosin kullanımına bağlı anaflaktik şok gelişmesi nadir bir yan etki olarak görülebilir.
Biz, bu olgu ile allerji hikayesi olmayan gebede sezaryen operasyonu esnasında oksitosin infüzyonundan hemen sonra gelişen anaflaktik şoktaki anestezi yönetimini sunmayı amaçladık.
Following contact with the allergen, allergic reactions ranging from the urticaria to anaphylaxis can be seen. The incidence of anaphylactic reactions in patients with asthma and allergic rhinitis are in higher rates in general population. Perianaesthetic anaphylaxis are important. It may be severe and potentially associated with adverse outcomes unless urgently recognized and treated. Anaphylaxis has been reported at the literature, with commonly used substances like latex, antibiotics, ranitidine, colloid solutions. Development of anaphylactic shock due to use of oxytocin is a rare side effect.
We aimed to precented with this case the anesthetic management of anaphylactic shock in a pregnant women, without a history of allergic reaction, developed immediately after infusion of the oxytocin during cesarean section.

10.
Erişkin Solunum Yetmezliği Sendromunda Venö-Venöz EKMO Deneyimimiz
Our Experience of Veno-Venous ECMO treatment in Acute Respiratory Distress Syndrome
Ahmet Şen, Başar Erdivanlı, Hızır Kazdal, Abdullah Özdemir, Şahin Bozok, Şeref Küçüker
doi: 10.5222/GKDAD.2014.183  Sayfalar 183 - 186 (1142 kere görüntülendi)
Akut respiratuar yetmezlik, etiyolojisinde çok sayıda faktörün yer aldığı, her yaş grubunda mortalitesi yüksek ciddi bir tablodur. Ekstrakorporeal membranöz oksijenatörlerin gelişmesiyle, oksijenasyonun bir membran aracılığı ile sağlanması, ve akciğer koruyucu ventilasyon uygulanması şeklinde tedavi yaygınlaşmaktadır.
Yüksekten düşmeye bağlı ağır torakal hasar nedeniyle opere edilen bir hastamızda gelişen akut respiratuar yetmezlik tablosunun tedavisini sunduk. Hipoksi nedeniyle dokuz gün boyunca veno-venöz EKMO uygulanan hastanın oksijenasyonu düzeldi. Bir aylık iyileşme sürecini takiben trakeotomize halde servise taburcu edildi.
Acute respiratory distress syndrome is a multifactorial and serious disorder with a high mortality in all age groups. With the advances in extracorporeal membraneous oxygenators, tretament involving oxygenation through a membrane and lung protective mechanical ventilation is becoming widespread.
We present management of acute respiratory distress syndrome due to serious thoracic injury following fall from height. The patient received ECMO treatment due to persistent hypoxia for nine days, and hypoxia resolved. Following a period of healing for one month, the tracheotomized patient was externed to the surgical ward.

EDITÖRE MEKTUP
11.
Parsiyel Larenjektomisi Bulunan Bir Hastada Endobronşiyal Bloker ile Tek Akciğer Ventilasyonu
The Usage of Endobronchial Blocker in a Patient with Partial Laryngectomy for Single Lung Ventilation
Ceren Aygün, Elvan Öçmen, Volkan Hancı, Semih Küçükgüçlü
doi: 10.5222/GKDAD.2014.187  Sayfalar 187 - 188 (824 kere görüntülendi)
Makale Özeti |Tam Metin PDF

LookUs & Online Makale