ISSN 1305-5550 | e-ISSN 2548-0669
Göğüs-Kalp-Damar Anestezi ve Yoğun Bakım Derneği Dergisi - GKD Anest Yoğ Bak Dern Derg: 19 (4)
Cilt: 19  Sayı: 4 - 2013
DERLEME
1.
Damar Dışı Akciğer Suyu ve Sepsis
Extravascular Lung Water and Sepsis
Beliz Bilgili, Fethi Gül, İsmail Cinel
doi: 10.5222/GKDAD.2013.153  Sayfalar 153 - 160 (1216 kere görüntülendi)
Sepsis sıklığı toplumun yaşlanması, girişimsel işlemlerin sayısının artması ve immünsüpresif tedavinin yaygınlaşması ile artmaktadır. Günümüzde yoğun bakım ünitelerindeki hastalarda sepsise bağlı morbidite ve mortalite sıklığı hâlâ yüksek seyretmektedir. Sepsiste organizmanın vereceği abartılı yanıta bağlı olarak şok gelişebildiği gibi odağın akciğer olup olmadığı ile ilgili olmaksızın sıklıkla akciğer hasarı da gelişebilir.
Damar dışındaki akciğer suyu yaklaşık olarak akciğer intertistiyel ve alveoler alandaki sıvının toplamıdır. Hasta başında termodilüsyon yöntemi ile ölçülebilen damar dışı akciğer suyu sepsis kaynaklı akciğer hasarının ciddiyetini ve prognozu gösterebilen bir parametredir. Bu değerin ölçümü solunum yetersizliğinin ciddiyetini belirlemekle birlikte sepsis hastalarının yönetiminde de yararlıdır. Sepsiste artmış bu sıvıya bağlı yaşam beklentisi azalmaktadır. damar dışı akciğer suyunun erken dönemde azaltılması ve negatif sıvı dengesi ile daha olumlu sonuçlar elde edilmektedir.
Bu derlemede, çeşitli veri tabanlarına sepsis, septik şok, akciğer hasarı ve EVLW anahtar kelimeler olarak verilerek damar dışı akciğer suyunun sepsis ve sepsis kaynaklı akciğer hasarında klinik önemi, diagnostik ve prognostik değeri irdelendi.
The incidence of sepsis has been increasing because of the advancing age of the general population, a greater number of invasive procedures, and more immunosuppressive therapies. Nowadays, the mortality of sepsis is still high, and is still the major cause of morbidity and mortality for patients admitted to an intensive care unit. In sepsis, exaggerated responses might induce organ dysfunction including lung injury and shock, whether the focus is located in the lung or not.
Extravascular lung water (EVLW) consists nearly of fluid in the pulmonary interstitial and alveolar spaces. EVLW can be measured at the bedside using the transpulmonary thermodilution technique and has a diagnostic value for the identification of patients. It is an indicator of prognosis and severity of sepsis-induced lung injury. Measurement of EVLW is useful in characterising the severity of respiratory disease, it is also beneficial in the management of patients with sepsis. Increased EVLW is associated with decreased life expectancy in patients with sepsis. Reduction of EVLW at an early stage and a negative fluid balance are associated with a more favorable outcomes.
Key words as sepsis, septic shock, lung injury and extravascular lung water are searched in various databases and the prognostic, diagnostic and clinical significance of EVLW in sepsis and sepsis induced lung injury are discussed in this review.

ARAŞTIRMA
2.
Koroner Arter Baypas Greft Cerrahisinde Hipertansif Hastaların Anestezi İndüksiyonu Ve Entübasyonunda Tiyopental, Propofol, Etomidat, Midazolam’ın Hemodinamiye Etkileri
Effects of Thiopental, Propofol, Etomidate, Midazolam on Hemodynamic in Anesthesia Induction and Intubation of Hypertensive Patients in the Coronary Artery Bypass Grafting Surgery
Sema Şanal Baş, Mehmet Özcan Erdemli
doi: 10.5222/GKDAD.2013.161  Sayfalar 161 - 167 (1336 kere görüntülendi)
AMAÇ: Bu çalışmada, koroner arter bypass greft (KABG) cerrahisi geçirecek hipertansif hastalara tiyopental, propofol, etomidat, midazolam anestezi indüksiyonu, laringoskopi ve endotrakeal entübasyonun hemodinamiye etkilerini karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEMLER: Elektif koroner arter baypas cerrahisi geçirecek kronik hipertansif, ASA II- III, her iki cinsten yaşları 40- 75 arasında, prospektif, tek-kör, randomize olarak toplam 80 hasta çalışmaya dahil edildi. Grup T tiyopental sodyum, Grup E etomidat, Grup P propofol, Grup M midazolam anestezik ajanları verildi. Tüm gruplara fentanil ve rokuronyum kullanılarak indüksiyon tamamlandı. Hastaların kalp hızı (KH), sistolik arter basıncı (SAB), diyastolik arter basıncı (DAB), ortalama arter basıncı (OAB) ilk 15 dakika kaydedildi. Ayrıca arteriyel kan gazı alınıp parsiyel arteriyel karbondioksit basıncı (PaCO2) değerleri kaydedildi.
BULGULAR: SAB’da Grup T,E ve P’de laringoskopi öncesinde SAB’ da azalma saptandı. Sadece Grup E’de laringoskopi ile entübasyon sırasındaki SAB artışı istatistiksel olarak anlamlıydı. OAB’ da ise sadece Grup T’de laringoskopi döneminde azalma anlamlıydı. OAB ve KH’ da entübasyonun 15. dk’da Grup P’de artış istatistiksel olarak anlamlıydı.
SONUÇ: KABG operasyonuna girecek hipertansif hastaların anestezi indüksiyonunda, laringoskopi ve endotrakeal entübasyonunda en güvenilir anestezi yönteminin midazolam ( Grup M) ile olabileceği düşüncesindeyiz.
OBJECTIVE: The purpose of this study is comparing the hemodynamic effects of thiopental, propofol, etomidate, midazolam on induction, laryngoscopy, and endotracheal intubation of hypertensive patients in coronary artery bypass grafting (CABG) surgery.
METHODS: A total of 80 patients with chronic hypertension, aged between 40 and 75 who are to undergo CABG surgery were included in a prospective, single-blind and randomized study. Group T received thiopental sodium (5-7 mg kg -1), Group E received etomidate (0.2 - 0.5 mg kg -1), Group P received propofol (1 - 2.5 mg kg -1), Group M received midazolam (0.1 - 0.4 mg kg -1) anestetic agents. The induction was completed by using fentanyl and rocuronium in all groups. Heart rate (HR), systolic arterial pressure (SAP),diastolic arterial pressure (DAP), mean arterial pressure (MAP) were recorded for the first 15 minutes. As also arterial blood gases (ABG) were sampled, end tidal carbon dioxide (ETCO2) values were recorded.
RESULTS: SAP values decreased prior to laryngoscopy in Group T, E, and P. Only in Group E, increase in SAP during laryngoscopy and tracheal intubation was statistically significant. The decrease of MAP was significant in only Group T. Intubation 15 minutes, while the increase in MAP and HR in the Group P.
CONCLUSION: Induction with anesthetic agents midazolam (Group M) was the group showing more hemodynamic stability of the response to laryngoscopy and endotracheal intubation in hypertensive patients who would undergo CABG surgery.

3.
Akut Böbrek Hasarının Erken Tanısında Plazma ngal (Neutrophil Gelatinase-Associated Lipocalin) Etkinliğinin Off-pump ve On-pump Kalp Cerrahisinde Karşılaştırılması
Comparative Efficiency of Plasma NGAL (Neutrophil Gelatinase-Associated Lipocalin) in Off-pump and On-pump Cardiac Surgery in the Early Dıagnosis of Acute Renal Injury
Zafer Karadeniz, Zeliha Tuncel, Nihan Yapıcı, Türkan Kudsioğlu, Filiz İzgi Çoşkun, Hakan Nuraç, Ali Rıza Karaci, Sezer Karabulut, Fatma Ukil, Betül Öğütmen, Zuhal Aykaç
doi: 10.5222/GKDAD.2013.168  Sayfalar 168 - 174 (1432 kere görüntülendi)
AMAÇ: Kalp cerrahisi sonrası böbrek hasarı ve takiben akut böbrek yetmezliği gelişmesi; mortalite ve morbidite de artışına, hastanede yatış süresinin uzamasına neden olmaktadır. ‘Kalp cerrrahisi sonrası akut böbrek hasarının erken tanısında plazma NGAL (neutrophil gelatinase-associated lipocalin) yükselmesinin etkinliği; off- pumpve on-pump kıyaslanması’ adlı araştırmamızda kalp cerrahisi sonrası sık görülen komplikasyonlardan biri olan böbrek hasarının öngörülmesi amaçlandı.
YÖNTEMLER: Çalışmaya KPB (onpump) ve KPB kullanılmaksızın (off-pump) kalp cerrahisi yapılan toplam 40 hasta dahil edildi. Hastalar KPB (onpump) grup A n=20 ve KPB kullanılmaksızın grup B n=20 (off-pump) olarak iki gruba ayrıldı. Plazma NGAL düzeyleri kalp cerrahisi sonrası 3. saat (T0), 12. saat (T1) ve 24. (T2) saatlerde bakıldı.
BULGULAR: Plazma NGAL seviyesi onpump grubunda T0 ve T1 offpump grubuna göre anlamlı yüksek olarak bulunmuştur (T0 p: 0,023 ve T1 p: 0,040). Gruplara göre kreatinin düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmamaktadır (p>0,05).


SONUÇ: Çalışmamızda on-pump ve off pump yapılan hastalarda pNGAL ve serum kreatinin düzeyindeki değişimlere rağmen akut renal hasarı gelişiminde her iki cerrahi yöntemde mortalite ve morbidite açısından fark olmadığını, ayrıca her iki cerrahi yöntemi karşılaştıran büyük seri çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünmekteyiz.

OBJECTIVE: Development of acut kidney injury and acut renal failure after the cardiac surgery is caused increasing mortality and morbidity, prolonged hospital stay. ‘ The efficiency of plasma NGAL (neutrophil gelatinase-associated lipocalin) to comparing off-pump and on-pump cardiac surgery for early diagnosis of akut kidney injury’ named of study the aim is to predict the acut kidney injury after cardiac surgery.
METHODS: Bloods were obtained from 40 patients undergoing CPB-requiring surgery (0n-pump) and without CPB (off-pump) surgery. Patients divided into group A(n=20) with on pump and group B (n=20) whitout CPB (offpump). Plasma neutrophil gelatinase-associated lipocalin (pNGAL) was determined at baseline and 3. (T0),12. (T1) and 24. (T2) hours after cardiac surgery.
RESULTS: Plasma levels of T0 and T1 NGAL were higher in patients who goes onpump cardiac surgery compared who goes offpump cardiac surgery(T0 p: 0,023 ve T1 p: 0,040). There is no statistically significant difference plasma creatinine levels between two groups (p>0,05).
CONCLUSION: In our study, on-pump and off-pump patients despite the acute changes in serum creatinine level and renal pNGAL damage in terms of morbidity and mortality in both the development of surgical method in difference, also both surgical method needs more studies that compares the surgical tecniques.

4.
Açık Kalp Cerrahisinde Postoperatif Solunum Sistemi Komplikasyonlarının Preoperatif, İntraoperatif ve Postoperatif Belirleyicileri
Preoperative, İntraoperative and Postoperative Predictors of Postoperative Respiratory System Complications in Patients Undergoing Open Heart Surgery
Asuman Sargın, Fatma Zekiye Aşkar, Seden Nüshet Kocabaş
doi: 10.5222/GKDAD.2013.175  Sayfalar 175 - 183 (1944 kere görüntülendi)
AMAÇ: Riskli kalp operasyonların giderek yaygınlaşması ve değişen hasta profili intraoperatif ve postoperaif dönemde daha fazla sorunla karşılaşılmasına neden olmaktadır. Postoperatif dönemde görülen solunum sistemine ilişkin sorunlar mortalite ve morbiditenin artmasında en önemli nedenler arasındadır. Çalışmamızın amacı açık kalp cerrahisi olgularında gelişen solunum sistemi komplikasyonlarını belirlemek ve bunlara neden olan preoperatif, intraoperatif ve postoperatif belirleyicileri saptamaktır.
YÖNTEMLER: 2000-2005 yılları arasında gerçekleştirilen 1401 açık kalp cerrahi geçiren olgunun dosyaları retrospektif değerlendirildi. Hastaların cinsiyeti, yaşı, vücut ağırlığı, boyu, preoperatif laboratuvar değerleri, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu(LVEF, %), yandaş hastalıkları, β-bloker kullanımı, sigara kullanımı, operasyon tipi ve süresi, kardiyopulmoner bypass(KPB) süresi, anestezi süresi, intraoperatif transfüze edilen kan vb ürünler, postoperatif ekstübasyon zamanı, mediastinal drenaj miktarları, yoğun bakım ve hastanede kalma süreleri kaydedildi. Bu belirleyiciler ile postoperatif solunum sistemine ilişkin komplikasyonlar arasındaki ilişki araştırıldı.
BULGULAR: Çalışmamızda, açık kalp cerrahisi olgularında postoperatif solunum sistemine ait komplikasyonların sıklığı %39,2 olarak saptandı. En sık görülen komplikasyon uzamış mekanik ventilasyon (%36,1) iken, en az görülen komplikasyon ise pnömotoraks (%0,6) idi. Solunum sistemi komplikasyonları görülen olgularda mortalite oranı %3,3 olarak bulundu. Solunum sistemi komplikasyonları için risk faktörleri olarak; ileri yaş, kadın cinsiyeti, sigara kullanımı, hipertansiyon(HT), kronik obstrüktif akciğer hastalığı(KOAH), kombine operasyon, preoperatif hematolojik ve biyokimyasal değerlerin normal olmaması, KPB, anestezi ve operasyon süreleri, ekstübasyon, yoğun bakım ve hastanede kalma süreleri, intraoperatif kan vb ürünlerin kullanımı ve mediyastinal drenajın fazla olması olarak bulunmuştur.
SONUÇ: Preoperatif dönemde hastaların ayrıntılı incelenmesi ve optimal sağaltımın yapılması, KPB, operasyon ve anestezi sürelerinin kısaltılmasını, uygun fast-tract anestezi yönteminin seçilmesini sağlayarak solunum sistemi komplikasyonlarının ve mortalite oranlarının azaltmasını sağlayabilir.
OBJECTIVE: The increasing prevalence of risky cardiac operations and the changing patient profile,can cause to encounter more problems during intraoperative and postoperative periods.Problems related to the respiratory system in the postoperative period are most important reasons of increasing mortality and morbidity rates.The aim of study was to determine the preoperative, intraoperative, and postoperative predictors of the respiratory complications of open-heart surgery patients.
METHODS: 1401 patients undergoing open-heart surgery between2000-2005, are evaluated retrospectively.Patients’ age, sex, body mass index, preoperative laboratory tests, left venricular ejection fraction(LVEF, %), comorbid diseases, use of β-blocker,smoking,type and duration of operation, duration of cardiopulmonary bypass and anesthesia, transfusion of blood intraoperatively, time of extubation, mediational drainage, length of stay in the ICU and in the hospital were recorded,.The relationship between these predictors and postoperative respiratory complications is investigated.
RESULTS: In our study, the prevalence rate of postoperative respiratory complication among patients undergoing open-heart surgery was found to be39,2%.The most common complication was prolonged mechanical ventilation(36.1%), while the least frequent complication was pneumothorax(0.6%). The mortality rate due to respiratory complications was%3.3.As risk factors for respiratory complications included older age, female, smoking, hypertension, COPD, combined operations, preoperative hematologic and biochemical abnormalities, duration of CPB, anesthesia and operation time, extubation, ICU and length of hospital stay, intraoperative transfusion of blood products and mediastinal drainage.

CONCLUSION: The detailed examination of the patients preoperatively and optimal treatment, could provide reducing complications of anesthesia and mortality rates, by allowing selection of the appropriate method of fast-tract respiratory system and shorter duration of surgery, anesthesia and CPB.

5.
Kardiyak Cerrahi Yoğun Bakımda Uygulanan İnvaziv ve Noninvaziv Girişimler ve Postoperatif Ağrı
Invasive and Noninvasive Procedures Performed in the Cardiac Surgical Intensive Care and Postoperative Pain
Ayla Yava, Aynur Koyuncu, Nusret Pusat, Vedat Yıldırım, Ufuk Demirkılıç
doi: 10.5222/GKDAD.2013.184  Sayfalar 184 - 190 (2331 kere görüntülendi)
AMAÇ: Kardiyak cerrahi geçiren hastalara yoğun bakım ünitesinde uygulanan noninvaziv-invaziv girişimlerin hastaların ağrı ve bazı hemodinamik değerleri üzerine olan etkisinin belirlenmesidir.
YÖNTEMLER: Gereç ve Yöntem: Bu çalışma ileriye dönük, ön-son ölçümlü klinik bir araştırmadır. İnvaziv ve non invaziv girişimler öksürük, solunum egzersizleri, dren sağılması, mobilizasyon, dren çekilmesi ve endotrakeal aspirasyon olarak belirlendi. Girişimlerden hemen önce ve sonra ağrı algısını belirlemede Sayısal Derecelendirme Ölçeği kullanıldı. Ayrıca kan basıncı ve kalp hızı (nabız) da girişimler öncesi ve sonrası kaydedildi. Çalışmaya 62 hasta dâhil edildi. İstatistiksel analiz için Wilcoxon Signed Rank test kullanılmış ve p<0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Bulgular: edilmiştir. Hastaların yaş ortalaması 51.25±18.05 yıl, çoğunluğu (%87.1) erkek olup, %74.2’sine koroner arter-bypass greftleme cerrahisi uygulanmıştır. Tüm invaziv ve non invaziv girişimlerden sonra hastaların ağrı puanları istatistiksel olarak anlamlı seviyede artmıştır (p<0.05). En yüksek ağrı puanı endotrakeal aspirasyon öncesi ve sonrası kaydedilmiştir (sırasıyla 7.30±1.04 ve 8.80±1.25). Dren çekilmesi ve endotrakeal aspirasyon girişimleri sonrası hastaların sistolik ve diyastolik kan basınçları ve nabız değerleri istatistiksel olarak anlamlı seviyede artmıştır (p<0.05). Öksürük egzersizi, dren sağılması ve mobilizasyon girişimleri öncesi-sonrası nabız, mobilizasyon öncesi-sonrası sistolik arteriyel kan basıncı değerleri arasındaki değişiklikler istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05).
SONUÇ: Sonuç: Tüm invaziv ve noninvaziv girişimler hastaların ağrı ve hemodinamik değerlerini artırmıştır. Bu girişimlere yönelik hastaların bireysel ağrı değerlendirmelerinin yapılarak uygun ağrı tedavisinin yapılmasına gereksinim olduğu kanısına varılmıştır.
OBJECTIVE: Aim: To determine the effect of invasive and noninvasive interventions implemented in intensive care unit to patients after cardiac surgery on the pain and hemodynamic parameters.
METHODS: Material and Method: This study was a prospective, pre-post measured clinical trial. Invasive and noninvasive interventions were determined as coughing, breathing exercises, milking drains, mobilization, removing drain, and endoracheal aspiration. Numerical Rating Scale was used for determining of pain perceptions immediately before and after interventions. Blood pressure and heart rate (pulse) were also recorded prior to the procedure and immediately following the interventions. Pain treatment applications were recorded before one hour such implementations. Sixty two patients were included in the study. Wicoxon Signed Rank test was used for statistical analyses and p values of <0.05 were accepted as being statistically significant.
RESULTS: Results: Mean age of the patients were 51.25±18.05 years, most of them were (87.1%) male, and 74.2% of the patients were undergone coronary by-pass grafting surgery. The patients’ all invasive and noninvasive pain scores were increased after interventions statistically significant (p<0.05). The highest pain scores were recorded in endotracheal suctioning before and after implementation (respectively 7.30±1.04 and 8.80±1.25). The patients’ systolic and diastolic blood pressure and pulse rate were increased after drain removal and endotracheal aspiration interventions as statistically significant (p<0.05).
CONCLUSION: Conclusion: All patients’ pain scores and hemodynamic parameters were increased after invasive and noninvasive interventions. It was suggested that individual pain assessment and proper pain treatment needed before such implementations.

6.
Pediyatrik Kalp Kateterizasyonda Ketamin – Midazolam ile Remifentanil - Midazolamın Sedasyon, Hemodinami ve Derlenme Üzerine Etkilerinin Karşılaştırılması
The Effect of Ketamine-Midazolam and Remifentanil-Midazolam on Sedation, Recovery and Hemodynamic in Pediatric Cardiac Catheterization
Hakan Nuraç, Türkan Kudsioğlu, Fatma Ukil, Ahu Baysal, Sezer Karabulut, Reyhan Dedeoğlu, Nihan Yapıcı, Zuhal Aykaç
doi: 10.5222/GKDAD.2013.191  Sayfalar 191 - 198 (1045 kere görüntülendi)
AMAÇ: Pediyatrik kalp kateterizasyonu anestezisinde remifentanil ve ketaminin midazolam ile birlikte kullanımının hemodinami, sedasyon ve derlenme üzerine olan etkilerini karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEMLER: Haziran-ağustos 2011 tarihleri arasında kalp kateterizasyonu uygulanacak ASA II/III, 3 ay-10 yaş arası 100 çocuk ardışık ve rastgele olarak çalışmaya alındı. Mekanik ventilasyon ve intravenöz inotropik destek gerektiren olgular çalışma dışı bırakıldı. Anestezi öncesi değerlendirilen hastalar kateter laboravuarına alındı. EKG ve SPO2 ile monitörize edildi. Premedikasyon öncesi noninvaziv kan basıncı ölçülerek hemodinamik veriler ve Modifiye Ramsey Sedasyon Skalası(MRSS) ile sedasyon öncesi ve sonrası, Modifiye Steward Skalası(MSS) ile derlenme skoruları belirlendi. Her iki gruptaki hastaların premedikasyonu 0.05-0.1mgkg-1 İM midazolam ile sağlandı. Randomize olarak iki sedasyon grubu belirlendi; Grup I’de ki hastalara (n=50) ketamin 1 mgkg-1 İV olarak ve Grup II’dekilere (n=50) 0.1 µkg-1dak-1 İV remifentanil infüzyonu verildi ve sedasyon skorları belirlendi. Kateterizasyon işlemi tamamladığında anestezik ilaçların uygulanması sonlandırıldı. İşlem sonrası derlenme bölümüne alınan hastaların hemodinami ve derlenme skorları kaydedildi.
BULGULAR: Her iki gruptaki hastaların özellikleri arasında fark yoktu. Remifentanil-midazolam grubunda kalp atım hızı ve ortalama kan basıncı değerleri, ketamin-midazolam grubuna göre anlamlı olarak düşüktü. Bu hastalardada bradikardi ile birlikte hipotansiyon da gelişti. Ketamin-midazolam grubunda kalp atım hızında istatistiksel olarak anlamlı arttı. Gruplar arasında MRS skorları, anestezi ve işlem süresi açısından istatistiksel fark yoktu. Ancak ketamin-midazolam grubunda derlenme süresi remifentanil-midazolam grubundaki hastalara göre anlamlı olarak daha uzundu.
SONUÇ: Çalışmamızda pediyatrik kalp kateterizasyonunda rutin olarak kullanılmakta olan ketaminine alternatif olarak remifentanil infüzyonun midazolam ile yeterli sedasyon, konforlu ve kısa bir derlenme süreci sağladığı sonucuna vardık
OBJECTIVE: The purpose of this study was to compare the effects of ketamine-midazolam and remifentanil-midazolam combinations on hemodynamia, sedation and recovery levels in pediatric patients undergoing cardiac catheterization anesthesia.
METHODS: One hundred ASA II-III pediatric patients between ages of 3 months and 10 years, scheduled for cardiac catheterization between June 2011 and August 2011 were randomly allocated into 2 equal (n=50) study groups assigned to receive sedation ketamine (1mgkg-1) (Group I) and remifentanil (0.1 mgkg-1min-1) infusion (Group II). Patients requiring mechanical ventilation and intravenous inotropic support were excluded from the study analysis. Before undergoing anesthesia, patients were transferred to the cardiac catheterization laboratory and patients’ electrocardiogram (ECG) and oxygensaturation (SpO2) levels were continuously measured. Before premedication, all patients were monitored and recorded for noninvasive blood pressure (NIBP), and sedation scores according to Modified Ramsey Sedation Scale (MRSS). Both groups initially received midazolam 0.05-0.1mgkg-1 for premedication. After catheterization was performed and completed, patients were stopped an anaesthetic medication and sent to recovery room where their hemodynamic data and recovery scores were recorded.
RESULTS: Both groups demonstrated similar demographic characteristics. However, Patients received remifentanil-midazolam infusion reported significantly lower heart rate and mean of blood pressure values compared to patients received ketamine-midazolam. Hypotension with bradycardia were observed in these patients. There was no significant difference between the two groups in terms of MRS scores, duration of anesthesia ve process time. However, the recovery time of patients in Group I significantly higher than Group II.
CONCLUSION: In this study, it is found that the infusion of remifentanil-midazolam combination in an adequate sedation which is considered to be an appropriate alternative to ketamine used routinely in pediatric cardiac catheterization can provide more comfortable and shorter period of recovery time.

OLGU SUNUMU
7.
Atriyal Miksomalı Hastada Non Kardiyak Cerrahide Anestezi Yönetimi
Anesthetic Management of a Patient with Atrial Mxyoma Undergoing Non-Cardiac Surgery
Murat Çimencan, Hilal Peri Ayoğlu, Gamze Küçükosman, Özcan Pişkin, Bengü Aydın, Rahşan Dilek Okyay, Hatice Kübra Ergen, Mehmet Fatih Yüce
doi: 10.5222/GKDAD.2013.199  Sayfalar 199 - 202 (1178 kere görüntülendi)
Kardiyak patolojileri bulunan olgularda nonkardiyak cerrahi için güvenli bir anestezi yöntemini planlarken temel hedef, hastanın preoperatif durumu ve eşlik eden kardiyak sorunun fizyolojisine en uygun hemodinaminin sağlanmasıdır. Miksomalar kalbin en sık görülen benign tümörleridir ve sıklıkla sol atriyumda yerleşiktirler. Bu olgu sunumunda sol atriyal miksoması ve ciddi ek hastalıkları bulunan acil non-kardiyak cerrahi geçiren hastaya uygulanan anestezi yöntemi tartışıldı
Anahtar kelime: Atriyal miksoma; anestezi; non-kardiyak cerrahi
Summary
The Anesthetic Management of a Patient with Atrial Mxyoma Undergoing non-cardiac Surgery
The main objective while planning the management of a safe anaesthesia for the patients who undergo to non-cardiac surgery with cardiac disease is to provide the most appropriate hemodynamic due to concomitant physiology of cardiac problem. Myxomas are the most common benign tumors of the heart and often are located at the left atrium. İn this case report we discussed the anaesthetic management of patient who underwent a non-cardiac surgery,with serious disease and left atrial myxoma
Key words: Atrial myxoma; anaesthesia; non-cardiac surgery

8.
Gebelik ve Pulsatil Akım Eşliğinde Kardiyopulmoner Baypas (Gebelik ve Kalp Cerrahisi)
Pregnancy and Cardiopulmonary Bypass with Pulsatile Flow
Gamze Sarkılar, Cüneyt Narin, Elmas Kartal, Erdal Ege, Ali Sarıgül, Şeref Otelcioğlu
doi: 10.5222/GKDAD.2013.203  Sayfalar 203 - 205 (1242 kere görüntülendi)
Gebelik sırasında uygulanan kardiyopulmoner baypas yüksek maternal ve fetal mortalite ile birliktedir. Bu olguda; 25. gestasyonel haftada mitral stenoz nedeniyle nörolojik sekel ile komplike olan 41 yaşında kadın hastadaki kardiyopulmoner baypas tecrübemizi sunduk. Operasyon boyunca hem anne hem de fetüs için başarılı klinik sonuca katkıda bulunan pulsatil akım ve optimal tedavi yöntemleri uygulandı.
Cardiopulmonary bypass during pregnancy is associated with a high maternal and fetal mortality. In this case; we present cardiopulmonary bypass experience of a 41-year-old female patient who developed complication with neurological sequelae due to mitral stenosis at 25 weeks of gestation. Pulsatile flow and optimal treatment strategies implemented for both mother and fetus throughout the operative period contributed to a successful outcome.

9.
Amiodaron İlişkili Tirotoksikozlu Kalp Transplantasyonunda Anestezi Yönetimi
Anaesthetic Management In A Heart Transplantation Patient With Amiodarone Associated Thyrotoxicosis
Cengiz Şahutoğlu, Zeynep Pestilci, Seden Kocabaş, Fatma Zekiye Aşkar, Aslı Hepkarşı, Çağatay Engin
doi: 10.5222/GKDAD.2013.206  Sayfalar 206 - 210 (1823 kere görüntülendi)
Giriş: Tiroid fonksiyon bozukluğu olan hastaların elektif operasyonları tıbbi tedavi ile ötiroid oluncaya kadar ertelenmektedir. Amiodaronla ilişkili tirotoksikozu olan ve kalp transplantasyonu geçiren bir hastada anestezik yaklaşımımızı sunmak istedik.
Olgu Sunumu: Yirmi yaşında kadın hastada kardiyomiyopati nedeni ile yapılan kalp biyopsisi sonrası tamponad ve kardiyak arrest gelişmiştir. Resüsitasyon sonrası hastaya tamponad boşaltılması uygulanmış ve ventriküler erken vuruları için amiodaron tedavisi başlanmıştır. İki yıl sonra ekokardiyografisinde ejeksiyon fraksiyonu %30, laboratuvarında FT3: 11,8 pg mL-1, FT4>12 ng dL-1 ve TSH: 0,001 µIU mL-1 olarak tespit edilmiştir. Hastaya amiodarona sekonder tirotoksikoz tanısı ile propiltiourasil ve metilprednisolon tedavisi başlanmıştır. Hastada tedaviden 3 ay sonra ventriküler taşikardi gelişmiş ve ekokardiyografide ejeksiyon fraksiyonu %20’nin altında bulunmuştur. Hastaya ventriküler destek cihazı uygulanmasına karar verildi ve FT4 düzeyini düşürmek için 3 kez plazmaferez uygulandı. Uygun donör bulunması nedeniyle hasta ortotopik kalp transplantasyonu operasyonuna alındı. Hasta elektrokardiyografi, nabız oksimetre, invaziv radiyal arter, santral venöz basınç, rektal ısı ve transozöfajial ekokardiyografi ile monitörize edildi. Anestezi indüksiyonu ketamin, midazolam, rokuronyum ve fentanil ile sağlandı. Anestezi idamesinde sevofluran ve propofol kullanıldı. Postoperatif dönemde tirotoksikoz bulguları gelişmedi.
Sonuç: Amiodaron aritmi tedavisinde en fazla kullanılan ajanların başında gelmektedir. Bu ilacı kullanan veya bırakmış hastalar komplikasyonlar açısından yakından takip edilmelidir.
Introduction: The elective surgery of patients with abnormal thyroid function can be delayed until they are euthyroid with medical treatment. We present the anaesthetic management of a patient with amiodarone associated thyrotoxicosis undergoing heart transplantation.
Case Report: A 20 year old female patient diagnosed as cardiomyopathy developed tamponade and cardiac arrest due to heart biopsy. The patient was resuscitated, cardiac tamponade was decompressed and amiodarone was started for ventriculer premature beats. The patient’s ejection fraction was 30% on echocardiography done two years later and thyroid function tests were FT3: 11,8 pg mL-1, FT4>12 ng dL-1 ve TSH: 0,001 µIU mL-1. The patient was started on propylthiouracil and metilprednisolone therapy with the diagnosis of thyrotoxicosis secondary to amiodarone. Ventricular tachycardia developed three months later and the patient’s ejection fraction was under 20% on echocardiography. Ventricular assist device implantation surgical procedure was planned for the patient. Plasmapheresis was performed 3 times and 28% reduction in FT4 levels was maintained. The patient underwent heart transplantation as a suitable donor heart was found. The patient was monitorized with ECG, pulse oximetry, invasive arterial pressure, central venous pressure, rectal temperature and transoesophageal echocardiography. Anaesthesia was induced with ketamine, midazolam, rocuronium, fentanyl and maintained with sevoflurane and propofol. The signs of thyrotoxicosis did not develop during the perioperative period.
Conclusion: Amiodarone is at the top of the most widely used drugs in the treatment of arrhthymias. The surgical candidates who are using or have given up using this drug must be followed closely for perioperative complications.

10.
Servikal Pleksus Blokajı İle Yapılan Karotis Endarterektomisi Sırasında Gelişen Akut İskemik Atak
Acute Ischemic Attack During Carotid Endarterectomy Under Cervical Plexus Blockade
Ali Sait Kavaklı, Nilgün Kavrut Öztürk, Tuğra Gençpınar, Raif Umut Ayoğlu, Bilge Karslı, Mustafa Emmiler
doi: 10.5222/GKDAD.2013.211  Sayfalar 211 - 213 (1373 kere görüntülendi)
Bu olgu sunumu ile karotis endarterektomisi ameliyatı için başarı ile uygulanan servikal pleksus blokajı ile operasyon sırasında meydana gelebilecek nörolojik komplikasyonların erken fark edilebileceği ve zamanında müdahale ile kalıcı sekel oranının en aza indirilebileceğinin vurgulanması amaçlanmıştır.
This case report is aimed to emphasize that cervical plexus blockade performed with success for carotid endarterectomy surgery leads to early recognization of neurologic complications which may occur during the operation and with timely intervention the rate of permanent sequelae can be minimized.

11.
Konjenital Kalp Cerrahisi Geçiren Pediyatrik Olguda Gelişen Pulmoner Hipertansif Kriz: Olgu Sunumu
Pulmonary Hypertension Crisis in Pediatric Patient Undergoing Congenital Heart Surgery: Case Report
Dilek Altun, Şule Turgut Balcı, Emre Özker, Bülent Sarıtaş, Canan Ayabakan, Rıza Türköz, Ayda Türköz
doi: 10.5222/GKDAD.2013.214  Sayfalar 214 - 217 (2063 kere görüntülendi)
Pulmoner vasküler rezistansın (PVR) artmasıyla beraber olan pulmoner hipertansiyon (PH) konjenital kalp hastalıklarının (KKH) sık görülen bir kompilkasyonudur. PH, pulmoner arter basıncı ve pulmoner vasküler rezistansta artış ile karakterize olup, sağ ventriküler genişleme ve hipertrofiye yol açar (1-2). PH’sı olan doğuştan kalp hastalıklı çocuklarda ameliyat sonrası pulmoner damarlarda oluşan vazokonstriksiyon hastanın erken dönem prognozunda önemli rol oynamaktadır3. Bu vaka sunumumuzda, aortik interuption nedeniyle ameliyat edilen, postoperatif dönemde hipertansif kriz gelişen ve başarılı bir şekilde tedavi edilen olgu sunulmuştur.
Pulmonary arterial hypertension (PAH) with increased pulmonary vascular resistance (PVR), is a frequent complication of congenital heart diseases (CHD). PH, is characterised by the chronic elevation of pulmonary artery pressure and pulmonary vascular resistance leading to right ventricular enlargement and hypertrophy 1-2. Vasoconstriction of pulmonary vessels plays an important role in the early prognosis in children with congenital heart disease who has pulmonary hypertension.
In this case report, we have reported a case who has undergone aortic interruption operation and successfully treated for the hypertensive crisis developing in the postoperative period.

12.
İdiyopatik Trombositopenik Purpuralı Bir Hastada Koroner Arter Baypas Cerrahisinde Anestezik Yaklaşım
An Anesthetic Management İn A Coronary Bypass Surgery Of A Patient With İdiopathic Trombocytopenic Purpura
Esra Eker, Ceren Hazer Köksal, Ali Kemal Gür, Orhan Dirlik, Vural Polat, Özgür Gürsu
doi: 10.5222/GKDAD.2013.218  Sayfalar 218 - 220 (1203 kere görüntülendi)
İdiyopatik trombositopenik purpura (ITP) nedeni ile preoperatif splenektomi uygulanmış ve düşük trombosit sayısı ile vücut dışı dolaşım kullanılmadan koroner arter baypas cerrahisi (KABC) geçiren 62 yaşındaki kadın hastada uyguladığımız anestezik yaklaşım deneyimimiz sunulmuştur.
We presented our anesthetic experience in a 62 years old female patient with idiopathic thrombocytopenic purpura (ITP) and had preoperative splenectomy have undergone off-pump coronary bypass surgery.

EDITÖRE MEKTUP
13.
Koroner Perkütan Girişim Sırasında Radyokontrast Madde Sonrası Anaflaksi Ve Dik
Anaphylaxis and disseminated intravascular coagulation after exposure to radiocontrast agent in a patient undergoing percutaneous coronary intervention
Bahar Aydınlı, Yeşim Güray, Ümit Güray, Rıza Sarper Ökten, Gürel Neşşar
doi: 10.5222/GKDAD.2013.221  Sayfalar 221 - 222 (1041 kere görüntülendi)
Makale Özeti |Tam Metin PDF

LookUs & Online Makale